Schopenhauer’dan Öğütler: Yaşam Bilgeliği Üzerine Aforizmalar İncelemesi

Editör:
Sinem Aykın
spot_img

“Beni öldürmeyen acı güçlendirir.” sözüyle ünlü filozof Arthur Schopenhauer, temel sorunlar ve aşk, ilişkiler gibi aşılması zor problemler üzerine ilk başvurulan yazarlardan. 1788 Polonya doğumlu yazar nedensellik üzerine farklı görüşlerin içinde kendine ait söylemleriyle ünlendi. Öğretilerinin çoğu ders olarak okutulurken başka dillere çevirilen eserleri de çoğunluktaydı. Sonraki yıllarda değeri bilinen eseri İrade ve Tasarım Olarak Dünya onun tüm felsefi düşünce sistemini oluşturacak kadar geniş çaplıydı. İnsan İradesinin Özgürlüğü Üzerine adlı eseri de akademi yarışmasında birincilik aldı.

İnsanın öz bilinci sayesinde yaşamda arayıp bulmaya çalıştığı ve hakikate erdiği düşüncesi  filozofun en dikkat çekici görüşüdür. Burada önemli olan kişinin kendi özünü bulabilme yetisidir.

Schopenhauer’un öğüt verir bir dille anlattığı, insanın yaşama birey olarak özünü kabul etmesiyle başlayacağını vurguladığı eseri Yaşam Bilgeliği Üzerine Aforizmalar incelemesi sizlerle.

Bir Kimsenin Ne Olduğu Üzerine

“Her yerde sadece kendimize emanet olduğumuzdan
Mutluluğumuzu da kendimiz yapar ya da buluruz.”
(The Traveller, syf 25)

Bireysellik bağlamında ele alınan kimsenin ne olduğu ya da biri olduğu fikri kişinin sahip olduğu şeyle ilgilidir. Tüm tecrübelerimizde aslında bireyselliğimizi belli ederiz. Bu ise bizim tüm o tecrübelerden aldığımız bireysel hazzı ortaya çıkarır. Sahip olduklarımız içinse en önemli olanı soylu bir karakter, yetenekli bir kafa, mutlu bir mizaç gibi neşeli bir ruh, sağlıklı bir bedendir.

Burada yazarın bahsettiği ana nokta, birey olarak sahip olduklarımızın farkında olup mutlu ve keyifli bir ruh haline ulaşabilme gücüdür. İnsanın yaşamında ulaştığı bu mutluluk birikiminin iki düşmanı ise acı ve can sıkıntısıdır. Birinden uzaklaşıp diğerine yaklaştıkça ya da tam tersi bir durumda yaşam ikisi arasında doğal bir karşıtlıkla gider gelir.

Bir Kimsenin Neye Sahip Olduğu Üzerine

“Hoşnutsuzluğumuzun nedeni, isteklerimizin katsayısını daha yukarı çıkarma yönündeki çabalarımızı, bunu engelleyen öteki katsayının sabitliğine karşın sürekli yinelememizdir.”
(Syf 43)

Bu bölümde insanın yaşamda sahip olduklarının ona yettiği ya da yetmeyeceği durumlar sorgulanır. Sahiplik fikrinde ilk akla gelense mülki varlıklardır. Epiküros’un insan gereksinimlerini sıraladığı bu üçüncü grup sahiplikler yani lüks, zenginlik, sonsuz ve karşılanması da oldukça zor ihtiyaçlardır. Burada önemli olan kişinin bu varlıkları sınırlayabilmesidir. Çünkü varlıkların bize verdiği mutluluk hissi kişinin kabulüne dayanır. Bir insan istemeyi aklından bile geçirmediği malların yokluğunu kesinlikle duymaz, ondan yüz katı şeye sahip olan bir başkasıysa istediğinden yoksun kaldığında kendini mutsuz hisseder.

Bu sebepten dolayı zenginlerin büyük mülkleri yoksulları huzursuz etmez. İstekleri yerine gelmeyen bir zengini zaten sahip olduğu şeyler de avutmaz. Bunun en güzel metaforuysa “Zenginlik deniz suyu gibidir: Ne kadar çok içilirse, o kadar çok susanır- aynı şey ün için de geçerlidir.” cümlesiyle yapılmıştır.

Bir Kimsenin Neyi Temsil Ettiği Üzerine

Schopenhauerin Heykeli Elisabet Ney

“Onu ezen ve yücelten ne denli azsa,
Övgü için o denli yanıp tutuşur.”
(Syf 52)

Temsili bir birey olarak, başkalarının gözündeki varoluşumuz doğa gereği fazla abartılsa da bu bizim mutluluğumuz açısından aslında gereksizdir, görüşüne sahip bölümde Schopenhauer, insanın diğerlerinden elverişli oluşunun onun gururunu okşadığını söylemeye çalışır.

Herhangi bir mutsuzluk ya da yoksunluk karşısında başkalarının beğenileri insanı avutur gerçeği burada apaçıktır. Ama kişi, kendi başına ne olduğunun değerini, başkalarının gözünden neyi temsil ettiği karşısında daha az önemserse kendi mutluluğuna da o kadar katkıda bulunacaktır.

İnsanın dünya üzerinde temsil ettiği üç temel şeyin, yani başkalarının gözünde ne olduğunun özeti ise onur, mevki ve ün olarak üçe ayrılabilir. Mevkinin büyük bir çoğunluk için önemli olduğu her ne kadar savunulsa da tam da bu büyük yığın için yapmacık ve göreli bir şeydir. Onuru dış vicdan, gururu iç vicdan olarak tanımlayan Schopenhauer, onurun nesnel olarak başkalarının bizim değerimiz hakkındaki görüşü olduğu fikriyle tamamlar. Onura verilebilecek yüksek değerin kökenini de şöyle özetler:

“İnsan, kendi başına çok az şey yapabilir ve yalnız bırakılmış bir Robinson’dur; ancak başkalarıyla topluluk içinde bir şeydir ve çok şey yapabilir.”

Ün kavramınıysa onurun ikiz kardeşi olarak gören filozof, ünü ölümlü onurun ölümsüz kardeşi olarak tanımlar. Aralarındaki en temel farksa onurun herkesin kendisine atfedebileceği ününse hiçkimsenin kendi kendi atfedemeyeceği özellikleri barındırmasıdır. Ayrıca herkesin onurlu olma hakkı varken ün, istisna kişilerin sahip olabileceği sıra dışı başarılara bağlıdır.

Öğütler ve Özdeyişler

“Kendi kendine yetmek, kendi kendisi için her şey olmak ve tüm varlığımı kendimde taşıyorum diyebilmek, elbette mutluluğumuz için en yararlı özelliktir.”
(Syf 130)

Schopenhauer’un öğütler olarak sunduğu bölümde görüş ve önerilerini genel olanlar, kendimize yönelik olanlar, başkalarına yönelik olanlar ve dünyanın akışına ve yazgıya ilişkin olanlar olarak ayırmıştır. Onun felsefesini özümseyen herkesin, varoluşu, olmasaydı daha iyi olurdu olarak yadsımanın büyük bir bilgelik olduğunu da bileceğini savunur. Böylece bu bilge kişi artık büyük bir beklentide olmayacak, dünyada herhangi bir şeyin peşinden tutkuyla koşmayacak, herhangi bir şeye ulaşamamaktan yakınmayacaktır.

Kendimize yönelik davranışlarımız hakkındaki öğütlerde yaşam bilgeliği için önerilen önemli bir nokta, yaşam içinde biraz bugüne biraz  da geleceğe yönelik dikkatin orantılanması gerektiğidir. Çoğu insanın bu dengeyi tutturduğu durumlarsa ender görülür. Başkalarına yönelik davranışlarımızda daha iyi yaşayabilmek adına, özen ve hoşgörü gerektiği fikrinde özenin insanı zararlardan, hoşgörünün de tartışma ve kavgalardan koruma görevini üstlendiği güzel bir yaşam önerisi olarak görülür.

Kaza konusunda başımıza gelen belalara katlanma becerisi gerçeğe inanışla geliştirilebilir.
“Olup biten her şey, en büyüğünden en küçüğüne dek zorunlu olarak gerçekleşir.” çünkü eğer yaşanılacak şey kaçınılmazsa hemen boyun eğişi aynı zorunluluğun sonucu olarak görülür. Bunun bilincinde olan kişi önce elinden geleni yapacak, sonra başına gelene gönüllü olarak katlanacaktır.

Yaşam Çağlarının Farklılığı Üzerine

“Yaşam ruhuna sahip olmayan
Yaşının tüm sıkıntılarını yaşar.”
( Voltaire, syf 199)

Yaşam içinde yılların insanda yarattığı değişimlere bakış atılan son bölümde Schopenhauer, yaşamımız boyunca sadece şimdiki zamanın farkında olduğumuzu söyler. Bunun sebebi, şimdiki zamanın başlangıçta önümüzdeki bir gelecek, sonlara doğruysa ardımızda uzun bir geçmiş görmemizden kaynaklanması. Her değişiklikte şimdiki zamanın farklı bir dönemi öne çıkar: İlk önemli dönem çocukluktur. Yaşamımızın ilk çeyreği olan çocukluğun mutluluk içinde geçişi meraklı davranışların peşinde koşmaktan kaynaklanır. Bu merak dürtüsüyle daha az ilişkiye sahip olup bilgiyi edinmekle uğraşırız. Yaşamın ikinci yarısındaysa kişiyi mutluluk endişesi kaplar. Çünkü burada insan yaşamda mutlaka mutlu olmak varsayımına öyle bir sarılır ve mutluluk peşinde koşar ki umutlar hayal kırıklığıyla sonuçlanır ve hoşnutsuzluk ortaya çıkar. Son evre yaşlılıktaysa dünyadan alınacak bir şey olmadığı bilinir ve katlanılabilir şeyler artar. Günün yaşanıldığına sevinilir, küçük şeylerden zevk alınır.

“Nasıl ki bir gemide yol alınırken, ileri gidildiği ancak geri bakıldığında ve kıyıdaki nesnelerin küçülmesinden anlaşılıyorsa; insan, yaşının, yaşlanmasının farkına giderek daha büyük yaştaki kişilerin kendilerine genç görünmelerinden varılabilir.”


Kaynakça

Schopenhauer, A. Yaşam Bilgeliği Üzerine Aforizmalar. İstanbul: Türkiye İş Bankası Yayınları, 2017

spot_img
Özge Nur Botan
Özge Nur Botan
İstanbul Üniversitesi (1453)- Philosophy& Literature (Felsefe - Türk Dili ve Edebiyatı) "Verba volant, scripta manent."(Söz uçar,yazı kalır.)

Yorum Yap

Yorum girişi yapınız.
Adınızı girin

Macbeth Sendromu: Hırsla Yoğrulan Bir Kimliğin Çöküşü

Macbeth Sendromu, bireyin hırs uğruna kimliğini ve vicdanını yitirerek psikolojik çöküşe sürüklenmesini anlatan patolojik bir durumdur.

You’ya Veda: Önceki Sezonda Neler Oldu?

You, beşinci sezonuyla son kez ekranlara gelirken, önceki sezonlarda neler oldu hatırlayalım.

Altı Çizilenlerde Bu Ay: Ahmed Arif | Hasretinden Prangalar Eskittim

Söylenti Edebiyat editörleri, Altı Çizilenler serisinde bu ay, doğum gününde, şiirin aykırı sesi, toplumcu gerçekçiliğin öncülerinden, Türk edebiyatının benzersiz şairi Ahmed Arif'e yer veriyor!

Orta Çağ Avrupası’nda Evlilik, Boşanma ve Eğlence Kültürü

"Ben senin için yaşamayı göze aldım" diyenleriniz varsa, itinayla "Sıkıysa Orta Çağ'da yaşasana" diyebilirsiniz çünkü bu çağda yaşamak sanıldığından çok daha zor.

HBO Max’te İzleyebileceğiniz Yapımlar

İşte HBO Max'te izleyebileceğiniz yapımlar.

Exulansis: Anlaşılamamanın Getirdiği Vazgeçiş

Exulansis, kişinin anlaşılamayacağını düşünerek kendini anlatmaktan vazgeçişini konu alır.

Şahane Hatalar : Kendi Maceranı Kendin Yarat

Sadece hataların sonuçlarına odaklanmak yerine, bu hataların insanları nasıl şekillendirdiğini ve nasıl birer öğrenme fırsatı sunduğunu ele alan sıra dışı kitap: Şahane Hatalar.

Yahya Kemal Şiirlerinde Yedi Farklı Tema

"İnsan âlemde hayal ettiği müddetçe yaşar." Türk edebiyatına hayalinden kelimeler armağan ve miras bırakan Yahya Kemal Beyatlı.

Kayıp Seslerden Yazının Öznelerine: Virginia Woolf’un Eserlerinde “Kadın” Teması

Woolf’un dilinde "kadın", tarihin dışına itilmiş bir sesin geri çağrılması, unutulmuş bir hakikatin dile gelmesidir.

Zülfü Livaneli – Zor Yıllar | Şiir Tahlili

Zülfü Livaneli'nin kaleminden hislerimize 'sığınak' olan Zor Yıllar şiirini çözümledik!