Şiddeti Dışarıda Aramak
Şiddeti anlayabilmek için geçmemiz gereken ilk aşama onun doğasını kavrayabilmektir. Bu amaçla şiddetin kaynağının iç güdülere dayandığını savunan kimi görüşlere daha önceki Şiddetin Doğasına Yönelik Bazı İç Güdüsel Yaklaşımlar yazımızda kısaca değinmiştik. Ancak şiddet kavramını anlayabilmek için bunun da yeterli olmadığını söylememiz gerekir. Dolayısıyla yapılması gereken şeyin şiddetin kaynağının dışsal koşullar (sosyal çevre, öğrenilmiş bir davranış, engellenme vs.) olduğunu savunan düşüncelere de değinmektir. Daha sonrasında ise şiddete farklı çerçevelerden bakarak onun politik yönünü ve şiddetin medyadaki yansımalarını ortaya koymamız gerekecektir. Ancak öncesinde şiddetin kaynağını dış koşullarda arayanlara kısaca değineceğiz.
Sosyal Öğrenme
Şiddetin içgüdülerden ziyade dış koşullardan etkilenerek ortaya çıkan bir olgu, onun “öğrenilen bir davranış bozukluğu” olduğunu savunan birçok isim mevcuttur. Çevre koşullarının önemine dikkat çekenlere göre insan, kökeninde “iyi ve ussal” bir canlıdır ve insan davranışı toplumsal ve çevresel koşullara göre değişir ve biçimlenir; dolayısıyla saldırganlık davranışı da bu koşullar dahilinde ortaya çıkmaktadır (Fromm, 1993: 57).
Bu isimlerden öne çıkanı ise sosyal öğrenme kuramıyla Albert Bandura’dır. Bu kuramında Bandura, saldırganlığın sosyalleşme ile öğrenilen bir davranış olarak ortaya çıktığını söyleyerek çevresel koşullara dikkat çekmektedir (Akt. Hasta & Güler, 2013: 67). Ona göre insan doğrudan olduğu kadar, dolaylı yani başkalarını gözlemleme yoluyla, onları model alarak da birçok şeyi öğrenebilmektedir (Akt.Bahar, 2019: 239). Dolayısıyla saldırgan davranış, bireyin rol model olarak aldığı kişinin davranışlarıyla yakından ilintili olmaktadır.
Bandura’nın teorisi gözlemsel öğrenmeya da sosyal bilişsel öğrenme olarak da bilinir. Albert Bandura, şiddetin gözlemlenerek öğrenildiğini ortaya koymak adına Bobo Doll Deneyi[1] adı verilen bir deney tasarlamıştır. İki gruba ayrılan çocuklardan ilk gruba, hacıyatmaz oyuncağına şiddet uygulayan bir yetişkinin görüntüleri izletilirken, diğer gruba agresif olmayan bir yetişkin modeli gösterilmiştir. Deney sonucunda şiddet görüntülerini izleyen çocukların yetişkini taklit ettiği tespit edilmiştir. Kimi çocukların gösterdikleri sözel ve fiziksel şiddet ise model aldıkları yetişkinden fazla olmuştur. Şiddet görüntüleri izletilmeyen çocukların ise şiddet tutumu sergilemedikleri aksine oyun oynadıkları tespit edilmiştir. Dolayısıyla deneyin sonuçları Bandura’nın sosyal öğrenme teorisini destekler niteliktedir (Akt. Dönmez, 2019: 300-301).
Engellenme-Saldırganlık
Saldırgan davranışı açıklamaya çalışan bir başka yaklaşım da Dollard ve arkadaşları tarafından ortaya atılan engellenme-saldırganlık kuramıdır. Bu kurama göre saldırganlığın temelinde bir gereksinimin veya sürmekte olan bir faaliyetin engellenmesi yatmaktadır. Bu engelleme ile kişiye bir sınırlama getirilmekte ve istemediği bir şeyin yaptırılması söz konusu olmakta; kişi de buna bir tepki olarak saldırganlaşmaktadır (Berkowitz 1993’ten akt. Odacı & Çelik, 2017). Öte yandan engellemeyle karşılaşan her bireyde saldırganlık oluşmadığı, bilişsel ve sosyal etkenlerle saldırganlığın engellenebildiği görülmüş, saldırganlığa daha çok keyfi engellemenin neden olduğu belirtilmiştir (Berkowitz 1989’dan ve Pastore 1952’den akt. Karslı, 2020: 310). Örneğin işyerindeki performansı iyi bir terfiyi hak eden bir çalışanın, beklediğinden düşük bir terfi ile ödüllendirilmesi, çalışanda yöneticilerine ya da iş yerine karşı düşmanca hisler, öfke ve intikam duyguları yaratabilir.
Engellenme saldırganlık modeli saldırganlığı, iç güdü kuramlarından farklı biçimde açıklamaya çalışır ve saldırganlığı bir dürtü[2] olarak değerlendirir. Bununla birlikte engellenme saldırganlık kuramına göre kişide saldırganlığa sebep olan şey, engellemenin kendisi değil, engellenmenin kişi üzerinde yarattığı olumsuz deneyimlerdir. Engellenen bireyde öfke, düşmanlık ya da genel olarak kişiye rahatsızlık verecek duyguların oluşması beklenmektedir. Dolayısıyla da bireyin hissettiği bu olumsuz duygular saldırganlığa eşlik edecek fiziksel tepkileri harekete geçirecektir (Kayaoğlu, 2019, s. 155-156).
Saldırgan davranışı ortaya çıkaran bir diğer durum da tahrik meselesidir. Karşılıklılık ilkesinin geçerli olduğu durumlarda saldırgan davranış, fiziksel ya da sözel tahrik sonucu ortaya çıkabilmektedir. Bunun sonucunda ise bireyler çoğu zaman karşısındakine zarar gördüğü hatta karşısındakinin kötü niyetli olduğuna inanıyorsa ona kendi çektiği acıdan daha fazlasını çektirmek istemektedir (Baron ve Byrne’den akt. Kayaoğlu, 2019, s. 156). Ancak tahrik edici davranışlarda da kişiler tahrik sonucu her zaman saldırgan bir davranış sergilemezler. Buradaki belirleyici unsur kişinin zarar gördüğü davranışın niyetinin ne kadar kötücül olduğunu algılamasıdır. Kişi gördüğü zararın ne kadar kasti yapıldığını algılarsa karşı bir saldırı gösterme olasılığı bir o kadar artmaktadır.
Sosyo-kültürel
Şiddetin sosyo-kültürel kaynaklarını aramaya kalktığımızda ise karşımıza birçok faktör çıkmaktadır. “Ataerkil aile yapısı”, “şeref”, “namus”, “erkeklik”, “kıskançlık”, “hakarete uğrama” “dedikodu”, “intikam”, “ekonomik sorunlar”, “prestij ve statüye ilişkin algılamalar”, “kan davası”, “fanatiklik”, “kitle iletişim araçlarının etkisi” gibi olgular bunlardan bazılarıdır (Kızmaz, 2006: 251-254). Şiddetin sosyo-kültürel kaynakları kendini özellikle kadına şiddette göstermektedir. Geleneksel cinsiyetçi tutumun egemen olduğu toplumlarda, erkeğin kadın üzerinde hakimiyet kurma ve onu kontrol etme isteği kendini, “şeref”, “namus”, “erkeklik”, “kıskançlık” gibi altının doldurulması güç kavramlarla ifade etmektedir (Çalışkan & Çevik, 2018: 219).
Duyuşsal ve bilişsel faktörlerin de saldırganlık davranışını tetiklediği bilinmektedir. “Kendilik algısı, benlik saygısı, narsisizm[3], akılcı olmayan inanışlar, bilimsel çarpıtmalar, denetim odağı gibi bilişsel değişkenler ve düşmanlık, öfke, depresyon, anksiyete, yalnızlık gibi duyuşsal değişkenlerin saldırganlıkla ilişkili olduğu bilinmektedir” (Akt. Odacı & Çelik, 2017: 220).
Saldırganlık ve şiddete iç güdünün mü yoksa çevresel faktörlerin mi sebep olduğu konusunda ortaya atılan her teorinin belli oranda doğru olduğu söylenebilir. Dolayısıyla şiddete neyin sebep olduğu soru karşısında en kestirme cevap büyük olasılıkla “her ikisi de” olacaktır. Kaldı ki birçok çalışma, şiddetin biyolojik içgüdüsel olabileceği kadar, dış koşullar neticesinde ortaya çıkabileceğini göstermektedir (Kesebir, 2018: 146).
Gelgelelim şiddetin iç güdüsel bir davranış olduğunu söylemek veyahut dış koşulların bir sonucu olarak nitelendirmek onu anlamayı kolaylaştırmakta ancak bizi sonuca götürmemektedir. Tüm bunlar bize sadece onu anlamlandırmada bir yorum kapısı açmaktadır. Dolayısıyla şiddeti anlayabilmek adına farklı perspektiflere de aşina olmalıyız. Bu bağlamda şiddeti farklı yönleriyle ele almak önemli olmaktadır. Günümüzde şiddet dediğimiz olgu yaşamlarımızın her alanını işgal ediyorsa şayet, onu farklı açılardan da değerlendirmeliyiz. Dolayısıyla şiddeti başka yerlerde de aramak bir zorunluluktur. Bu yazı dizisinin sonraki bölümünde şiddetin politik yönünü ele alacağız. Ardından şiddetin ekonomi-politiğine ve medya şiddet ilişkisine değineceğiz.
[1] İlgili deneye https://www.youtube.com/watch?v=dmBqwWlJg8U bağlantısından ulaşabilirsiniz.
[2] İç güdüden ayrı olarak dürtü her zaman var olan ve sürekliliği olan bir enerji kaynağı değildir. Dürtü organizmanın yaşamsal bir ihtiyacının tatmin edilmediğinde ortaya çıkar. Bu nedenle dürtü, yoksunluk giderici bir göreve hizmet eder. Yetersiz beslenmenin açlığı, yetersiz suyun susuzluk dürtüsünü açığa çıkardığı gibi engellenme de saldırganlık dürtüsünü ortaya çıkarır (Kayaoğlu, 2019, s. 155-156)
[3] Rochlin’e göre narsisist duygular tehdit edildiğinde saldırganlık davranışının ortaya çıkmaktadır. O, özdeğerin yeniden kurulmasında, benimsediğimiz ilke ve değerleri çevremize kabul ettirmek noktasında saldırganlığa başvurulabileceğini düşünmektedir. Freud’un içgüdü teorisini klinik gözlemlere uymadığı gerekçesiyle reddeden Rochlin göre saldırganlık, bir iştah ya da bir arzu değildir. Narsisistik ya da başka kaynaklı yaralanmaların sonucu gözlemlenen aşırı hoşnutsuzluk olmalıdır. Dolayısıyla narsisizm ve saldırganlık arasında sıkı bir bağ vardır; saldırganlık narsisizmin emrindedir (Akt. Erten & Ardalı, 1996: 150).
Kaynakça
Bahar, B. (2019). Sosyal Öğrenme Kuramı ve Sosyal Değişim Kuramı Perspektifinden Etik Liderlik. Balkan Sosyal Bilimler Dergisi, 8(16), 237-242.
Çalışkan, H., & Çevik, E. İ. (2018). Kadına Yönelik Şiddetin Belirleyicileri: Türkiye Örneği. Balkan Sosyal Bilimler Dergisi, 7(14), 218-233.
Dönmez, M. S. (2019). Katharsis Bir Duygu Olarak Şiddetin Marka Tutumuna Yansıması. Erciyes İletişim Dergisi, 297-320. doi: http://10.17680/erciyesiletisim.630558
Erten, Y., & Ardalı, C. (1996). Saldırganlık, Şiddet ve Terörün Psikososyal Yapıları. Cogito(6-7), s. 143-169.
Fromm, E. (1993). İnsandaki Yıkıcılığın Kökenleri 1. (Ş. Alpagut, Çev.) İstanbul: Payel Yayınları
Hasta, D., & Güler, E. M. (2013). Saldırganlık: Kişilerarası İlişki Tarzları ve Empati Açısından Bir İnceleme. Ankara Üniversitesi Sosyal Bilimler Üniversitesi, 4(1), 64-104.
Karslı, N. (2020). Üniversite Öğrencilerinde Saldırganlık ve Dindarlık İlişkisi. Trabzon İlahiyat Dergisi, 7(1), 305-338.
Kesebir, P. (2018). Sosyal Psikoloji. Z. Cemalcılar (Dü.) içinde, Psikoloji (s. 132-155). Eskişehir: Anadolu Üniversitesi Yayınları.
Kızmaz, Z. (2006). Şiddetin Sosyo-Kültürel Kaynakları Üzerine Sosyolojik Bir Yaklaşım. Fırat Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi, 16(2), 247-267.
Odacı, H., & Çelik, Ç. B. (2017). Kendilik Algısı ve Saldırganlık Arasındaki İlişki. Journal of Mood Disorders, 7(4), 219-225. doi:10.5455/jmood.20171101063228