20. yüzyılın unutulmaz sanatçılarından biri olan Diego Rivera (8 Aralık 1886 – 24 Kasım 1957), yalnızca ünlü duvar resimleriyle değil; döneminin çalkantılı politik sahnesinde sanatını toplumsal bir direniş haline getirmesiyle, verdiği sınıf farkı mücadelesiyle ve ayrıca ünlü ressam Frida Kahlo ile yaşadığı fırtınalı aşk gibi birçok olayla bizlerin hafızasına kazınmıştır.
Diego Rivera Kimdir?
Diego Rivera, Meksikalı bir ressam ve duvar resmi sanatçısıdır. 20. yüzyıl sanatının unutulmaz sanatsal ve politik figürlerinden biri olup neredeyse 50 yıl boyunca aktif olarak eserlerini üretmiştir. Hayatını Avrupa, Amerika Birleşik Devletleri ve ayrıca Meksika’da geçiren sanatçı, eğitim hayatına ilk olarak San Carlos Akademisi’nde sanat eğitimi alarak başlamış ve ardından 1907’de hükümetten aldığı bursla İspanya’da devam etmiştir.

Rivera, İspanya’da geçirdiği zaman diliminde El Prado Müzesi’nde (Madrid) yer alan El Greco, Goya ve Brueghel gibi birçok İspanyol sanatçının eserlerini inceleme fırsatı bulmuştur. Sanatçı 1909 yılında ise Paris’e yerleşmiş ve burada, 20. yüzyılın en önemli modern sanat hareketlerinden biri olan Kübizm ile tanışmıştır. Bu zaman diliminde Pablo Picasso ve Georges Braque gibi sanatçılarla da tanışan Diego, onların çalışmalarından şüphesiz büyük ölçüde etkilenmiş ve kendi tarzında kübist ögeleri eserlerinde işlemeye başlamıştır.
”…(Kübizm) sanatta daha önce söylenmiş ve yapılmış her şeyi sorgulayan devrimci bir hareketti. Hiçbir şeyi kutsal saymıyordu…”
-Diego Rivera
Sonraları, Kübizm’den uzaklaşarak daha özgür ve özgün bir biçim arayışına girmiştir. Bu dönemde Post-Empresyonizm akımından ve özellikle Paul Cézanne’dan etkilenmişti. Şekilleri basitleştirilmiş formlar, canlı ve cesur renk kullanımlarıyla kendi tarzını geliştirmeye devam etti.

Sanatçının Zapatista Landscape (The Guerrilla) aslı bu eserinde Cézanne’ın yapısal kompozisyonlarından ve renk planlarından ilham aldığı fark ediliyor. Rivera’nın kompozisyonunda, Cézanne’ın doğal formları geometrik formlara indirgeme yaklaşımı görülmektedir. Rivera burada dağları, ağaçları ve diğer nesneleri basite indirgeyerek soyutlamış ve her bir ögeyi geometrik bir düzen içinde sunmuştur. Cézanne’ın renkli ve çok katmanlı perspektif anlayışı da bu eserin arka planında göze çarpmaktadır.
Meksika’ya Dönüş ve Meksika Duvar Resmi

Sanatsal kimliğinin kritik adımlarını Avrupa’da atmaya başlayan Rivera, 1921 yılında Meksika’ya dönmüş ve burada Meksika Duvar Resimciliği hareketinin öncü isimlerinden biri olmuştur. Bu hareket, Meksika Devrimi (1910-1920) sonrası halkı yansıtan ve onların kültürel mirasını savunan bir sanat akımıdır.
Devrim sonrası toplumsal idealleri yansıtacak, halka açık sanat eserleri üretmek için bir program başlatmış olan Meksika Hükümeti; bu amaçla Diego Rivera, José Clemente Orozco ve David Alfaro Siqueiros gibi sanatçıları görevlendirdi. Sanatçılar devlet binaları gibi kamusal alanlara duvar resimlerini yaptılar.

Diego Rivera, Meksika Devrimi’nin hemen ardından yeni bir ulusal kimlik ve kültür arayışına giren halkın bu kimliği inşa etmesinde büyük rol oynamıştır. Meksika halkının tarihi ve kültürel mirası üzerinde duran sanatçı; işçi sınıfını, tarım toplumu ve diğer örneklerle birlikte yaşanan adaletsizliklerin ve sömürgelerin karşısında devrimci bir duruşla, güçlü sembollerle geniş ölçekli duvar resimlerini üretti. Tarihlerinden aldığı ilhamla çalışmalarına başlayan Rivera; geleneksel halk sanatından, kendi kültürlerinden devam ederek kendi sanatsal dilini geliştirerek fresklerini üretmeye devam etti. Sanatını toplumsal bir amaç için araç olarak kullanmasıyla halka ulaşmayı başardı ve yaşanan sınıfsal eşitsizliklere dikkat çekti.

Rivera’nın The Flower Carrier adlı eseri onun derdini açıklar niteliktedir. Sepetin olağanüstü büyüklüğü, yoksul ve emekçi kesimin kapitalist toplumda sırtlandığı ağır yükü sembolize ederken kadının adama yardım edişi halk arasındaki dayanışmanın temsilidir. Tüm olumsuzluklara rağmen çiçeklerin canlı renkleri ise emekçilerin yaşadığı zorluğa karşı umudu çağrıştırmaktadır. Bu eser, Meksika’daki emekçilerin zor hayatlarını, kapitalizmin yarattığı adaletsiz koşulları ve köylülerin karşılaştığı zorlukların önemli bir eleştirisidir.

Ulusal Tarım Okulu’na yaptığı bu fresk ile ise Rivera, doğayı ve mücadeleyi ön plana çıkaran imgeler kullanarak toplumsal mesajlarını iletmiştir. Doğanın bereketi ve toprak ana gibi konuları işlerken Meksika Devrimi’nin ve tarımın önemini sembolik bir dille vurgulamıştır.
Diego Rivera, Devrimci Teknik İşçiler ve Ressamlar ve Heykeltıraşlar Birliği’nin kurucularından biriydi ve ilerleyen zamanlarda Meksika Komünist Partisi’ne katıldı. Komünizmi ve sosyalizmi destekleyen Rivera, Marksizmi savunuyor ve siyasi görüşlerini “sanatın devrimci karakterine” olan inancıyla ifade ediyordu.
Özel Yaşamı ve Sanatına Etkileri

Diego Rivera ve Frida Kahlo’nun ilişkisi, hem sanatsal hem de kişisel düzeyde derin, çalkantılı, karmaşık ve küskünlüklerle dolu bir bağdı. Aralarındaki tutku, onları çoğu zaman yıpratsa da, her iki sanatçının da sanatına ve hayatına göz ardı edilemeyecek derecede yön verdi.
Rivera ve Kahlo’nun yolları, ilk olarak 1920’lerin ortasında Meksika’da kesişti. Frida, henüz genç bir ressamdı ve Diego’nun sanatına hayranlık duyuyordu. 1929 yılında tanışmalarından çok kısa bir süre sonra evlenme kararı aldılar. İkisi de politik, sanatsal ve kişisel yaşamlarında birbirlerinden sıkça etkilendiler ve ilişkilerinin başı bu karşılıklı hayranlık ve ortak bir sanatsal anlayış çerçevesinde şekillendi. Rivera’nın Kahlo’yu bir sanatçı olarak teşvik etmesi ve ona ilham vermesi şüphesiz önemli bir etkendi. Diego’nun güçlü ve toplumsal mesajlar içeren duvar resimleri, Kahlo’nun ise genellikle toplumun ve dönemin ötesine geçerek kendi duygusal deneyimlerini yansıttığı resimleri birbirinden uzak gibi görünse de, Meksika’nın kültürel mirasını ve yerli halkını savunma noktasında birleştiler.

Frida’nın otobiyografik niteliklerinin baskın olduğu eserlerinde, toplumsal eleştiriyi kişisel travmaları ve duygusal acılarıyla harmanlaması, Diego’yu sanatında duygusal derinlik ve özgünlük aramaya teşvik ederken Frida’nın da kocasının siyasi duruşu, devrimci politikaları ve ideolojilerinden etkilenmemesi imkansızdı.
Her ne kadar ikisi de birbirine destek olup büyük bir şehvet, tutku ve hayranlık besleseler de, ilişkilerine daima bir sadakatsizlik hakimdi. Evlenip boşanmalar, ihanetler, kırgınlıklar… Tüm bunlar ve çok daha fazlası, ‘Aşkın, acının ve devrimin kadını’ Frida ile onun Diego’sunun hikayesiydi. Bir ‘fil ile güvercinin’ hikayesi.
“Diego, hayatımda iki büyük kaza geçirdim. İlki, bir kamyonun beni ezdiği kazaydı, ikincisi ise senin beni terk ettiğindi.” -Frida Kahlo

”13 Temmuz 1954 hayatımın en trajik günüydü. Sevgili Frida’mı sonsuza dek kaybetmiştim. Çok geç olsa da hayatımın en harika kısmının Frida’ya olan aşkım olduğunu fark ettim.” -Diego Rivera
Diego’nun Meksika’nın Duvarlarını Aşıp Dünyaya Açılan Yolculuğu
Meksika ruhu için yapılan onlarca resim, içinde sönmeyen devrim ateşi, kişisel ilişkileri ve çok daha fazlası… Tüm bunlar yaşanırken Rivera artık dünya çapında tanınan, dikkat çeken bir sanatçıydı. 1930’larda ABD’ye taşındı ve burada özellikle işçi sınıfının mücadelelerini yücelten ve kapitalizme karşıt mesajlar içeren büyük duvar resimleri ile büyük projelere imza atmaktaydı.

Rivera’nın ABD’deki en tartışmalı dönemi ise, 1933 yılında Rockefeller Merkezi’nde yaptığı duvar resminden kaynaklanıyordu. Man, Controller of the Universe (Evrenin Denetleyicisi İnsan) isimli freski, ilk olarak 1933’te New York’taki Rockefeller Center için yapılmıştı. Ancak Rivera, eserinde Lenin’in figürünü ekleyerek kapitalizm karşıtı mesajlar vermişti, bunun üzerine projeyi finanse eden Rockefeller ailesi resmi sansürlemiş ve yıkımını istemişti. Bu olay büyük bir gerilime yol açmıştı ve Rivera’nın politik duruşunu daha da net bir şekilde gözler önüne sererek çokça konuşulmasına sebep olmuştu. Fakat sanatçı kararlıydı ve sansürlenen bu freskin benzerini 1934’te Meksika’da yeniden yaratmaya karar vermişti. Bu ikinci versiyon, şu anda Palacio de Bellas Artes (Meksika Güzel Sanatlar Sarayı Müzesi) içinde bulunuyor.

Rivera’nın Son Yılları ve Vefatı
Diego Rivera; sanatını yalnızca estetik olarak değil, aynı zamanda toplumsal bir sorumluluk olarak görmekten, siyasi düşüncelerini ve devrimci ideolojilerini sanatına yansıtmaktan hiçbir zaman vazgeçmedi. 1940’lar boyunca, savaş karşıtı görüşler ile kapitalizme karşı eleştiriler eserlerinde ön plana çıkan konulardı.
1950’li yıllarda, yaşlandıkça sağlık sorunlarıyla mücadele eden Diego, geçirdiği birçok hastalık ve operasyon yüzünden zayıf ve güçsüz düşse de bu dönemde de işlerini üretmeye devam ediyordu. Artık eserlerinde daha az ayrıntıya yer veriyor ve biraz daha soyut bir yaklaşıma yöneliyordu.
Sanat tarihinde dönemine yön vermiş ve etkileri günümüzde güçlü bir şekilde devam etmekte olan sanatçı Diego Rivera, 24 Kasım 1957’de Meksika’da hayatını kaybetti. Yalnızca Meksika’da değil, dünya çapında saygı ve hayranlıkla anılan Rivera, toplumların kültürel ve sosyal yapısının sanatla nasıl şekillendirilebileceği konusunda ilham olmaya devam ediyor.
Diego Rivera’nın Sanatına Yakından Bakış
Agrarian Leader Zapata (1931)

Rivera’nın, toprak reformu mücadelesinin simgesi olan Meksikalı devrimci Emiliano Zapata’yı resmeden Agrarian Leader Zapata isimli eseri, bizlere devrimin ruhunu yansıtır. Rivera, bu eseriyle Zapata’nın toplumsal değişim ve emekçi hakları için verdiği mücadeleyi onurlandırır. Sosyal adalet mücadelesi veren halk kahramanının karakterini vurgular.
The Making of a Fresco, Showing the Building of a City (1931)

Diego Rivera’nın The Making of a Fresco, Showing the Building of a City (Bir Freskin Yapımı: Bir Şehrin İnşası) adlı 1931 tarihli eserinde, hem sanatı meydana getiren işçileri hem de modern bir şehir inşasını simgeleyen farklı gruplarını bir araya geldiğini görmekteyiz. Ana figürler; inşaat işçileri, mühendisler ve ressamlar gibi çeşitlendirilebilir. Figürlerin yerleşimi, şehrin ve sanatın birlikte inşa edildiği bir metafor gibi görkemli bir etki yaratır. Tablo, özellikle işçilerin yoğun ve kolektif emeğini vurgulamak için çok katmanlı bir yapıda sunulmuştu. Ayrıca Rivera, tablonun üst kısmında kendisini de resmetmiştir; bu, onun sanatı bir bireysel başarıdan çok kolektif bir çabanın parçası olarak gördüğünün kanıtı niteliğindedir. Kendini fresk yaparken göstererek bir yandan sanatçı olarak rolünü vurgularken bir yandan da emeğin ayrılmaz bir parçası olduğunu örnekler.
Frozen Assets (1931)

Frozen Assets, büyük bir şehre ait bir banka binasında yer alan soğuk, mekanik bir ortamı resmeder. Diego Rivera; bu eserinde, kapitalizmin insanları nasıl sömürdüğünü ve toplumun alt sınıflarının zorluklarını nasıl görmezden geldiğini ele almaktadır. Eser, kapitalizmin gücünü ve büyük finansal güçlerin insan hayatını nasıl dondurduğunu, duygusuzlaştırdığını anlatan bir metafordur. Kapitalist sistemin ve emekçilerin yaşamının gözler önüne serilmesidir. Yalnızca zenginlerin çıkarlarının korunduğunun vurgusudur.
Dream of a Sunday Afternoon in Alameda Central Park (1947)

Meksika tarihinin önemli figürlerini bir araya getiren bir fresk olarak Dream of a Sunday Afternoon in Alameda Central Park, Meksika’nın kültürel, toplumsal ve politik geçmişini anlatan 400’den fazla figürü içerisinde barındırır. Eserin merkezinde, Rivera ve eşi Frida Kahlo yer alırken çevrelerinde tarihsel ve sosyal mücadeleye katkıda bulunan önemli şahsiyetler resmedilmiştir.
Eserde figürler birey olmanın haricinde, toplumun bir parçasıdır. Rivera. toplumsal yapıyı estetik bir şekilde sunarken bu toplumun geçmişini, kültürünü ve mücadelesini birleştirerek, sanatı toplumsal değişimin bir aracı olarak kullanmaktadır.
Portrait of Sra (1953)

Rivera’nın ikonik çalışmalarından biri olan Sra. Doña Elena Flores de Carrillo portresinde, Elena Flores de Carrillo şık bir elbiseyle yarı uzanmış bir pozisyonda resmedilmiştir. Zarafet, melankoli ve bireysel zevkleri içeren bu eserde, Carrillo doğrudan izleyiciye bakarak içsel yoğunluğunu sakin bir dille yansıtmaktadır. Eserde canlı ve sıcak tonlar hakimken arka plandaki soğuk renkler denge ve uyumu sağlamaktadır.
Rivera’nın bu portresi, dönemin üst sınıf Meksikalı kadınlarının temsili olarak değerlendirilebilir. Meksika’nın kültürel değişimine tanıklık eden, modern ve tarihine saygılı bu kadınlar, güzelliğin bir simgesidir. Bu eser, Rivera’nın özgünlüğünü, estetiğini, bakış açısını ve samimiyetini yansıtan önemli bir resimdir.
The Hammock (1956)

Diego Rivera’nın The Hammock (Hamaktaki Kadın) eseri, sanatçının Meksika halkının günlük yaşamını, sınıfsal eşitsizlikleri ve toplumun içinde bulunduğu durumu ele alan eserlerinden bir diğeridir. The Hammock, bir kadının basit, sade bir anının resmediyor gibi görünse de toplumsal gerçekçiliğe güçlü bir vurgu yapan bir eserdir. Kadınlar, Rivera’nın sanatında sıkça rastladığımız yerel Meksikalı figürlerdendir; bu karakterler, toplumun alt sınıfına ait, emekçi bireyi samimi bir işleyişle temsil eder. Figürlerin vücut dili ve hamaktaki konumu, Rivera’nın eserlerinde sıklıkla ele aldığı temaları, yani işçi sınıfının zorlu yaşamını ve dinlenme ihtiyacını simgeler.
May Day Procession in Moscow (1956)

Rivera’nın 1956 tarihli May Day Procession in Moscow (Moskova’da 1 Mayıs Yürüyüşü) adlı eseri, sanatçının toplumsal devrim ve emekçi sınıfına olan ilgisini tekrar tekrar gözler önüne sermektedir. Rivera, bu tabloyu Sovyetler Birliği’ni ziyaret ettiği bir dönemde yapmıştır ve Moskova’da gerçekleşen 1 Mayıs İşçi Bayramı gösterisini konu alır.
Rivera, resminde canlı ve kontrast renkleri kullanarak coşkulu bir atmosfer yaratmıştır. Sanatçının işçi sınıfının simgesi ve Sovyet bayraklarını hatırlatan kırmızı ve sarı alt tonlu renkleri ağırlıklı kullanımı, sosyalist ve komünist ideallere olan bağlılığı vurgularken, güçlü bir resimsel etki yaratır.
Rivera’nın bu eserinde dikkat çeken özelliklerden bir diğeriyse kitlesel hareketi simgeleyen kalabalık figürlerin dinamik yerleşimidir. Yürüyüşe katılan halk, bir heyecanın yansımasıdır. Bu eser, Rivera’nın yalnızca Meksika’da değil, tüm dünyada işçi sınıfının mücadelesine duyduğu saygıyı yansıtmaktadır ve bir çeşit dayanışmanın ifadesi olmaktadır.
Diego Rivera, devrimini sanatla yapan bir ikon olarak sanat tarihinde yerini almış; estetik bir mirasın ötesinde, sanatı toplumsal değişimin bir aracı olarak kullanmıştır. Sanatçının ellerinde can bulmuş her bir fırça darbesi, Meksika halkının yaşamına övgü, hor görülenlerin yanında bir direniştir. Rivera’nın sanatı, bugün ve her zaman, anlatacak bir derdi olan herkes için ilham vermeye, hayranlık uyandırmaya devam edecektir.
Kaynaklar
“Frida Kahlo and Diego Rivera: Portrait of a complex marriage.” BBC.com, www.bbc.com. Erişim 10 Kas. 2024.
“Diego Rivera Paintings” DiegoRivera.org, www.diegorivera.org. Erişim 9 Kas. 2024.
“Diego Rivera Bio” DiegoRivera.org, www.diegorivera.org. Erişim 9 Kas. 2024.
“Quotes by Diego Rivera” DiegoRivera.org, www.diegorivera.org. Erişim 9 Kas. 2024.
“Diego Rivera.” Google Arts & Culture, www.artsandculture.google.com. Erişim 10 Kas. 2024.
“Diego Rivera.” MoMA.org, www.moma.org. Erişim 9 Kas. 2024.
“7 Famous Diego Rivera Mural Paintings.” Nadia Herzog. 29 Haziran 2016. Widewalls, www.widewalls.ch. Erişim 6 Kas. 2024.
“Diego Rivera, Dream of a Sunday Afternoon in Alameda Central Park.” Dr. Doris Maria-Reina Bravo. Smarthistory.org, www.smarthistory.org. Erişim 10 Kas. 2024.
“The History of Mexico: Diego Rivera’s Murals at the National Palace.” Megan Flattley Smarthistory.org, www.smarthistory.org. Erişim 10 Kas. 2024.
Rochfort, Desmond. Meksikalı Duvar Ressamları: Orozco, Rivera, Siqueiros. Chronicle Books, 1993.
Craven, David. Latin Amerika’da Sanat ve Devrim, 1910-1990. Yale University Press, 2002.
Coffey, Mary K. Devrimci Bir Sanat Nasıl Resmi Kültüre Dönüştü: Duvar Resimleri, Müzeler ve Meksika Devleti. Duke University Press, 2012.
Kahlo, Frida. Frida Kahlo’nun Mektupları: Tutkulu Mektuplar. Editörler Salma Hayek ve José Luis Martínez, 1. baskı, Harry N. Abrams, 2004