Her hafta bir yeni kitabın sayfaları arasında yolculuğa çıkıp kaybolduğumuz Söylenti Kitaplığı serimizin bu haftaki kitabı; Albert Camus‘den Yaratma Tehlikesi!
“Avrupa’daki en büyük yazarların sessizliğe mahkûm edildiği bir dönemde, kendi ülkesi sonu gelmeyen acılarla çalkalanırken böyle bir onura nail olan kişinin kalbinde başka ne tür duygular uyanabilirdi?
Ruhum, işte buna benzer karmaşa ve sıkıntılarla çalkalandı.”
20.yüzyıldan günümüze kadar hâlâ popülerliğinden neredeyse hiçbir şey kaybetmeyen Albert Camus, edebiyat dünyasının önde gelen isimlerinden biri olarak karşımıza çıkmakta. Felsefeye duyduğu yoğun ilgisi sayesinde edebiyat ve düşünce alanlarını aynı potada eriten Camus, bu birleşimle birlikte döneminin en başarılı yazarlarından biri oldu. Dünyaya veda etmeden birkaç yıl önce kazandığı Nobel Edebiyat Ödülü ile de, “insan vicdanının sorularını ağırbaşlılıkla aydınlatmak” gerekçesiyle başarılarının meyvesini toplamış oldu.
İlk baskısı 1958 yılında yapılan Yaratma Tehlikesi, yine birçok sorunun cevabına ulaştırıyor bizleri. Kapağında yer alan “Yaratmak, bugün tehlike arz eden bir eylemdir ve sanatçının her eseri eylem niteliğindedir” cümlesiyle karşılanıyoruz önce. Sonrasında Albert Camus’nün 10 Aralık 1957 yılında Nobel Edebiyat Ödülü’nü aldığı zaman yaptığı konuşmayı ve ondan dört gün sonra, 14 Aralık 1957 yılında Uppsala Üniversitesinde “Sanatçı ve Çağı” başlıklı konferansında yaptığı konuşmayı yakından inceliyoruz.
“Kişisel zayıflıkları ne olursa olsun, mesleğinin yüceliği, her daim sürdürmesi çaba gerektiren iki farklı angajmana dayanacaktır: bildiği şeyler üzerine yalan söylemeyi reddetmek ve her türlü baskıya karşı direnmek.”
Konuşmalarının temelinde sanatçı olmanın güçlüklerine, yaratma sürecine, politikaya, tarihi değişimlere değindiği bu yolculukta nasıl bir yol izlenmesi gerektiğine değiniyor Camus. Zaman zaman okuyucuya yönelttiği sorularıyla bizleri de bu düşünce dolu girdabın içine sürüklüyor. Dönemin yaşanan siyasi ve toplumsal olaylarından etkilenen sanatçıların hangi tarafta durmalarını ya da nasıl bir yol izlerlerse sanatçı kimliklerinin okuyucu karşısında kabul göreceğini, olayların sanatçılar üzerindeki baskılarını derinlemesine irdeliyor. Bunun yanı sıra sanatçıların ele alacakları konurların her zaman ortak bir duyguyu temsil etmesi gerektiğini de vurguluyor. Çekilen acıların, duyulan kaygıların ortak olduğu bir toplumda, bu noktaya değinmeden bir ürün ortaya koymanın yanlış olduğunu dile getiriyor. Sesin duyurulamadığı bir yerde, bu görevi sanatçının üstlenmesi gerektiğini fakat eğer üstlenmezse o sesin daha uzun sürede ve daha gür çıkacağını da ekliyor.
“Sanatçının, eserlerinde tüm dünyaya hitap ederken aynı zamanda tüm insanlığı konu etmesi için herkesin bildiği, müşterek gerçeklerden konuşması gerekir. Deniz, yağmur, ihtiyaç, arzu, ölüme karşı savaş: Bizi birbirimize bağlayan şeyler bunlardır. Beraber tanık olduğumuz, acısını birlikte çektiğimiz konularda benzerliğimiz daha çok ortaya çıkar. Hayaller insandan insana değişir fakat dünyanın gerçekliği, herkesin ortak gerçekliğidir. Gerçeklik arayışının meşruiyeti de doğrudan sanatsal serüvene bağlı olmasından gelir.”
Albert Camus‘nün bu noktada üzerinde özenle durduğu bir diğer konu da sanatın sanat için mi yoksa toplum için mi olduğu ikilemi. Sanatın sanat için olduğu görüşünü kabul eden sanatçıların “eğlencesi” olduğunu düşünüyor. “Salon sanatı” diye adlandırdığı bu alan, Camus’ye göre mutlaka bir gün halktan kendini koparacak ve bir daha halkın içine giremeyecekti. Böyle gelişen bir edebiyatın sonunda, topluma karşı bir yapıyla eserler ortaya koyması da, Camus’ye hiç şaşırtıcı gelmiyor.
Sanatçının var olma mücadelesine ortak olduğumuz bu eser, bunca yıla rağmen hâlâ güncelliğini koruyan noktalara değiniyor. Her çağın sanatçısına kendi deneyimlerinden notlar bırakan Albert Camus, muhteşem dili ve anlatımıyla düşünce direnişine okuyucuları ortak ediyor.
Camus, Albert. Yaratma Tehlikesi. Can Yayınları, İstanbul: Ağustos 2023.