Söylenti Dergi’nin kültür – sanat ekibi editörleri tarafından hazırlanan bu yazı dizisinde her ay yeni bir sanatsal perspektifi keşfediyoruz. Bu ay ekibimiz editörlerinden Sıla Karaca’nın kaleminden; radarımıza takılan isim Brezilyalı neo-realist ressam ve şair Candido Portinari.
Candido Portinari, (1903-1962) göçmen bir İtalyan ailenin on iki çocuğundan ikincisidir. Sao Paulo yakınındaki Polonyalı göçmenlerin kurduğu Brodowski adlı küçük bir kasabada doğmuştur. XIX. yüzyılın sonunda ailesiyle birlikte Brezilya’ya, kahve çiftliğinde çalışmak için gelmiş ve yaşamını burada devam ettirmiştir.
Resme olan ilgisi daha 8 yaşındayken başlamıştır. Kasabaya bir grup ressamın gelmesiyle ve onları izlemesinin etkisiyle boyalarını karıştırmaya başlamış akabinde kasabaya gelen ressamlara yardım etmiştir.
15 yaşında resmi sanat eğitimine Rio de Janeiro’da başlar. Çırak olarak başladığı ressamlığına 1928 yılında yaptığı Olegário Mariano portresiyle Fransa, İtalya, İngiltere ve İspanya’ya seyahat etmesini sağlayan Avrupa Seyahat Ödülü’nü kazandırır.
1930 sonuna kadar Paris’te kalır. Bu süre içinde ne hakkında ve nasıl resim yapmak istediğinin ayırdına varır. Böylelikle Portinari, 12 Temmuz 1930’da Avrupa’dan gönderdiği bir mektupta şöyle yazar: ”Buradan toprağımı daha iyi görüyorum, Brodowski’yi olduğu gibi görüyorum. Burada hiçbir şey yapmak gibi bir arzum yok. Brodowski’nin insanlarını kıyafetleriyle ve renkleriyle resmedeceğim.”
Avrupa’da birçok şey görmesi bir yana, özellikle İtalyan rönesans ressamlarından Modigliani’den, Picasso’dan fazlaca etkilenmesine rağmen Avrupa’daki üretimi çok olmaz. Geçirdiği bu süreçte Ekspresyonizm ve Kübizm gibi çağdaş sanat akımlarıyla karşılaşır ve eşi Uruguaylı olan Maria ile bu süreçte tanışıp evlenir. Asıl yapmak istediği şeyin kendi ülkesinde kendi insanının gerçeğini vurgulamak olduğunu anlayınca 1931’de eşiyle birlikte Brezilya’ya elinde sadece küçük bir natürmortla döner. Böylelikle tuvallerine yeni bir amaç duygusuyla tüm yoğunluğunu dökeceği bir stüdyo kurar ve yaşamına burada devam eder.
Hayatının son döneminde birçok hastalıkla mücadele etmek zorunda kalan sanatçı, 1962 yılında resimlerinde kullandığı malzemeler nedeniyle kurşun zehirlenmesinden dolayı yaşamını yitirir.
Portinari’nin Sanatsal Üslubu Nasıldı?
”Kalple konuşmayan bir tablo sanat değildir, çünkü sadece o anlar. Sadece kalp bizi daha iyi yapabilir ve bu sanatın büyük işlevidir. İnsanlarla yakından bağlantılı olmayan herhangi bir büyük sanat bilmiyorum” – (Portinari – 1947)
Neogerçekçilik tarzın önde gelen isimlerinden olan Portinari, başlangıçta gerçekçi ve yumuşak üslubu tercih etmiş, 1940 yılından sonra ekspresyonist bir özellikle resimlerine devam etmiş, soyut Avrupa teknikleri ülkesinin manzaralarını kendi insanının portreleri ile sentezleyen özgün Brezilya tarzının büyük savunucusu haline gelmiştir.
Sosyal gerçekçiliği vurgulayan resimleri, baskıları ve duvar resimleri tam da Brezilya’nın ruhunu yansıtmıştır. Ruhunda acı çekmenin de endişeleriyle dolu Portinari, yoksulluğu, zorlukları ve acıyı tasvir etmek için güçlü renkler tercih etmiştir. Portinari geç dönem yazdığı şiirlerinden birinde, ”Ben kızıl topraktan ve kahve tarlasından geldim” der. Özellikle güçlü toprak renkleri kullanan sanatçı, bölgeye has kızıl toprağı resimlerine fazlasıyla aktarmıştır. O kızıl toprağı işleyen işçi köylülerin zorlu çalışma ve yaşam şartlarını da resmi aracılığıyla yerelden evrensele ulaştırıp ustalıkla anlatmıştır.
Duvar resimlerinde ayrı bir ustalık sergileyen Portinari, Washington D.C.’de kongre kütüphanesinin İspanyol bölümüne, Amerika’nın keşfi ve sömürgeleştirilmesi konulu freskler, New York B.M. binasına savaş ve barışı konu alan resim panolarıyla derinden hissedeceğimiz renkleriyle de içimize işleyen resimleri ortaya koymuştur.
Kırsalda Dans (1924)
Portinari’nin henüz 20 yaşındayken yaptığı ve satıldığı ilk tablodur. Bu tabloda aslında sanatçının estetik anlayışının ne şekilde olacağının bir göstergesidir. Kendi şehrinden bir dansı resmettiği görülür.
Renk tonlarında pembe ve mor baskın olarak kullanılmış, zemin ve sağ kısımda ise daha koyu renkler tercih edilmiştir. Figürlerin yüzlerindeki ifade belirgindir. Işığın vurduğu bölümlerde renk tonları daha açık kullanılarak ışığın yönü ortaya koyulmuştur.

Kahve (1938)
Kölelik ilk defa Brezilya’da 1864 yılında kaldırılsa da çalışma koşullarının ağırlığı devam etmektedir. Portinari de tam bu noktada konuyu ele almış, kendisi ve ailesinin de bir kahve çiftliğinde göçmen kimliğiyle çalışmış olması bize farklı perspektiften pusula oluşturmuştur.
Resimdeki renk tonlarına baktığımızda toprak rengi bölgeye ait olan kırmızı, kızıl veya bordo diyebileceğimiz renk skalasındadır. Kahverengi tonları ağırlıklı kullanılmış, önde bulunan insan figürü ise normal bir insanın boyuna eş düşecek biçimde resmedilmiştir.

Resmin hafif yamuk olması, sanki üstten bakıyormuşuz gibi bir izlenim vermesini Emin Turan şöyle yorumlamıştır: Palmiye ağacının üzerinde duran figürün perspektifinden bakıyor olabiliriz. Ve bu figürün Candido’ya ait olduğunu düşünürsek muhtemelen onun gözünden o anki çalışmanın nasıl görüldüğünü bize gösteriyor olabilir.

Candido’nun ”Picasso Beni Çarptı” Dediği Eser: Son Siper (1942)
Avrupa seyahati sırasında Picasso’dan etkilenip yarattığı İncil Serisi’nden olan duvar çalışması ”Son Siper” için bir röportajda şöyle söyler:
”Son Siper’i yapmak zorundaydım. Yapmasaydım, çok kötü olurdu. Bunu yapmalı ve ne olacağını beklemeliydim. Ya boğulurdum ya da sıçrayabilirdim.” ve şöyle devam eder: “Olan buydu, sıçradım.”

Kuzeydoğu Göçmenleri (1944)
7 kişilik bir aile görülmekte ve göçün yıkıcı etkisi merkez alınmaktadır. Tuval üzerine yağlı boya tekniği ile çalışılmıştır. Resmedilen aile görselin tam ortasında yerini almış ve diğer tüm ögeler resmin dışında bırakılmıştır.
Renk tonları olarak bütüncül bir kompozisyon izlenir. İnsanlar kırık beyaz, gri tonlarındadır. Yerde parçalar halinde kemikler ile birlikte ayakta duran insanların renk tonlarının aynı kullanılmasıyla ölü ile dirinin arasında bir fark olmadığı hakkında vurgu yapılmıştır.
Ayakta resmedilen insan figürlerinin kemikleri görünür biçimde ortaya koyulmuş, yüzleri suretler halinde tercih edilmiştir. Göçten en çok etkilenen çocukların ve yaşlıların yüzlerinde ise hüznü ve halsizliği görmek mümkündür.
Anne ve babanın yüzlerinde ise endişenin verdiği dehşet bir ifade hakimdir. Aile sorumlulukları, yaşam beklentileri, duyguları ve en önemlisi de güçlü durmak zorunda hissetmeleri çaresizliğin ifadesi olarak yansıtılmıştır.

Ölü Çocuk (1944)
Portinari’nin, ”Kuzeydoğu Göçmenleri” ile aynı yıl içinde resmettiği ”Ölü Çocuk” adlı çalışması da ortak bir konuya sahiptir. Tuval üzerine yağlı boya tekniği ile çalışılan eser, Brezilya’nın kuzeydoğusundaki kırsal göçü aktarmaktadır. Göç sırasında yaşanan açlık ve susuzluğun vurgulanmasının yanında bir ailenin çocuğunu kaybetmesi anlatılmaktadır.
Tablodaki tek renkli görünen figür annedir. Kadınlığın ve sevginin renkleri şeklinde bağdaştırılan pembe ve kırmızı tonlarındaki kıyafetinde renkler canlılığını yitirmiş ve yamalarla yıpranmış bir görünüm oluşturulmaktadır.
Bir ailenin yaşayabileceği en acı anlardan biri bütün bu resme sığdırılmış, göç olayları sırasında kalabalık olarak yaşanıyor izlenimi verenlerin esas olarak bir aile ortamındaki bireylerden oluştuğuna ve her ailenin ise ayrı yaşamlarında farklı durumlar olsa da benzer acılar yaşadığına vurgu yapılmıştır.

Teknik açıdan işine fazlasıyla hakim olan Portinari için ”sosyal konuların ressamı” demek pek de yanlış olmaz. İlham aldığı temel duygular, göçmenliğin ve Brezilya’da yaşanan acının verdiği hissiyat olmuştur. Eserlerinde Brezilya’daki yaşam koşullarının acı gerçekliğini ve hayatta kalma mücadelesini sert biçimde göstermiş, asıl olan Brezilya yaşam tarzını, halkın acısını, kayıpları, çalışma koşullarının ağırlığını, tüm yüklerin insan yaşamını nasıl kötü etkilediğini ve duyguların hangi durumlarda ağır bastığını sanatına işlediği konularla ustaca anlatmıştır.
Günümüze uyarlayacak olursak haber kanallarında alt yazı biçiminde geçen isimlerin her birinin ayrı hayatları olduğunu ve bu hayatların değerli olmasının yanında yaşamlarının değersizleştiğini gösteren çarpıcı eserleri ortaya koyarak bize gerçekleri tüm çıplaklığıyla göstermeyi başarmıştır.
Kaynak
Fahrünnisa Kazan, Candido Portinari’nin ”Göçmenler”i ve Göç Yolunda Ufalanan Hayatlar, AÜY, 2021.