Titiz yönetmen Stanley Kubrick (d.26 Temmuz 1928 – ö.7 Mart 1999) yaşamı boyunca sanatını icra ederken, dönemin şartlarını sonuna kadar kullanmış, hatta döneminin ilerisine de adım atabilmiştir. Kubrick’in sanatını irdelemeden önce diğer yönetmenlerden nasıl sıyrıldığına bir bakalım. Kariyerine fotoğrafçı olarak başlayan yönetmen Woody Allen gibi yönetmenlerin hocası niteliğindedir.
Birçok yerde fotoğrafçılığı için amatör ibaresi ifade edilmiş olsa da, onun kamera ve fotoğraf makinesi ile “ışık, açı ve perspektif ” kavramlarındaki ustalığı yadsınamaz. Yönetmenlik hayatına başlarken, kendini kanıtladığı yapıtlarından birisi de Sterling Hayden’ in sert mizaçlı oyunculuğu ile iyi bir suçlu portresi çizmiş olduğu The Killing (1956) filmidir. Killing ile artık bilenen bir yönetmen olan Kubrick, ilerleyen tarihlerde 2001: A Space Odyssey (1968) filmini çekerek Oscar almayı ilk kez başaracaktır. “En İyi Özel Efekt” dalında aldığı ödül ile her ne kadar mütevazi davranmak istesem de, onun çığır açan yönetmenliğini göstermiştir. 1968’de teknik açıdan bir uzay filmi yapmak ne kadar zor olabileceğini tahayyül etmekte güçlük çekeriz. Çünkü kamerayı, sabitlemiş ve platformu mekanik olarak döndürerek harika bir mimarlık ve teknik geliştirmiştir. Filmin açık mekanları ise çok detaylı bir şekilde özenlidir. bir diğer husus tabi ki de filmin müzikleri olacaktır. Enstrumental müzik tercih eden Kubrick filmin ilk açılış sahnesi ile etkileyici bir giriş yakalar. Onun filmlerinde göndermeler ve vurgular sık kullanılan ögelerdir. Filmin açılış sahnesinde dört milyon yıl öncesine dönüş vardır. Bu dönüş ilerideki uzay çağında yaşanan sahnelere gönderme niteliğindedir. Şöyle ki, maymun-insan dönemini konu eden sahne, iki maymun-insan kabilesinin su kaynağı için mücadelesini yansıtır. Gece dünya dışından gelen düzgün geometrik bir taş ile evrenin en önemli bilinmezi ortaya konulur ve bu bilinmezlik ilk düşünceyi ve ardından buluşu temsil eder. Bir aydınlanma başlatan bu taş, maymun-insan’a kemik ile ilk kez alet ve silahın keşfini sağlar.
Bu aydınlanma ile dört milyon sonra ki teknoloji sıçramasına bir atıf olacaktır. Ot ve su ile beslenen maymun-insan artık savaşır ve et yemeğe başlar. Ayrıca kemiğin dönerek düşme eylemi dönme yönü bakımından uzay gemisiyle bir bütünlük içindedir. O halde biz seyirci olarak kemik buluşunun önemli bir sıçrama yarattığına tanık olurken aynı zamanda kemik uzay gemisinin bir diğer yansıması olarak idrak edilebilir. Kubrick sanatının bir diğer önemli noktası , filmlerde kullandığı mekanlardır. Hafızalara kazınmış en önemli filmlerinden biri olan The Shining (1980) perdelere çıktığı an, çok büyük yankı uyandırmış ve yönetmenin günümüzde en popüler filmi olmayı başarmıştır. Jack Nicholson’ nın devleşen oyunculuğu ile birlikte çok iyi bir dram ve korku filmi olan The Shining, kamera açısı , müziği ve mekanı mükemmeliyetçi tutumla seçilmiştir.
Nicholson, oynadığı karakteriyle adaştır. Aile babası olan Jack kış mevsiminde yolların kardan kapandığı ve kimsenin olmadığı otelde, bekçilik teklifi alır. Ailesiyle gittiği otelde her şey sorunsuz olacak izlenimi vermeyen Kubrick otelin ürkütücü büyüklüğü ile seyirciyi şaşırtır. Klasikleşen korku filmleri kalıbından çıkmayı başaran The Shining, durağan anlar, sabit açılar ile gerilimi sağlar. Mekanın önemi tam da bu noktada önem kazanacaktır. Dengesiz ruh halinde olan Jack, otelin lobisinde daktilo ile yazı yazdığı sahneler, cinnetin ortaya çıkışına tanık olur. Mekana hakim olamama duygusu veren bu sahneler karakterin hiçliğe ve benlik yitimine simge olacaktır. Önceden de söylediğimiz gibi ayrıntı ve mükemmeliyetçi olan Kubrick, göndermeleri ile bu filmi de ağ gibi sarmıştır. Otelin müdürü ile yapılan konuşmadan yola çıkarak otelin bir kızılderili mezarlığının üstüne kurulduğunu öğreniyoruz. Müdürün yanındaki Amerika bayrağı ve bayrağın renklerine uygun giyinmesi bize müdürün Amerikayı temsil ettiğine bir işaret veriyor. Kızılderili soykırımını akla getiren Kubrick, otelin geçmişi hakkında kurguladığı bir aile cinayeti ile ölen ikiz kızları, yerel halk olarak görmek mümkün. Bir diğer önemli gönderme ise masallaradır. Jack’in küçük oğlun, otelde kaybolmasın diye yere ekmek bırakması Hansel ve Gretel masalını çağrıştırır. Bir diğer sahne ise belki de filmin en popüler sahnesi Jack’in baltayla kapıyı kırmasıdır.
“Küçük domuz beni içeriye al, yoksa üfleyip evini başına yıkacağım” demesi Üç Küçük Domuzcuk hikayesine vurgu yapmaktadır. Filmin son sahnesi ise otelin bahçesi olan bir labirenttir. Bu yer, Kubrick tarafından bilerek seçilmekte ve kaçış yolunun bilinmemesi ve çıkmazlık endişesi ile gerilim sağlanmak istenir. Stanley Kubrick ilk filminden son filmine Fotoğrafçı kimliğini koruduğunu görüyoruz. Bundandır ki, filmlerinde bir manzara veya şaşırtıcı bir fotoğraf gibi parçaların toplamını oluşturmuş ve sanatını böyle özgünleştirmiştir. Fotoğraf karesinde , bulunanın aksine bulunmayan da düşündürülür. Fotoğrafta donmuş bir zaman diliminden ziyade o dilimin ön ve arkası olmak üzere iki devam eden ve düşünülen zaman dilimleri vardır. Halbuki filmde işleyiş böyle değildir. Film akan zamanın gösterimi ile oluşur. Kubrick’in yaptığı da, diğer yönetmenlerden ayrımı da buradadır. O Filmlerine yerleştirdiği adeta fotoğraf kareleri ile vurgu yapar. Böylece deveam etmekte olan zamanı katmanlaştırmış olan Kubrick, günümüzde bile örnek alınan ve saygı duyulan önemli yönetmen olmayı başarmıştır.