“Aşağıdaki notlar 1914 sonbaharında Rava-Ruska da bir Avusturya hafif süvari alayıyla katıldığı çarpışmalarda şehit düşen Baron Friedrich Michael von R. ‘nin yazı masasında mühürlenmiş bir paketin içinde bulunuyordu. Ailesi sayfalarda üstünkörü bir göz gezdirip, bir de başlığına bakarak bu yazılarda sadece akrabalarının edebi bir çalışmasının söz konusu olduğuna kanaat getirince, notları gözden geçirmem için bana verdiler ve yayımlanmasını da benim takdirime bıraktılar. Bense bu sayfaları düş gücünün bir ürünü olarak görmedim; aksine müteveffanın gerçekten yaşadığı, bütün ayrıntılarıyla gerçekliğe dayanan bir olay olduğuna inanarak, tüm çıplaklığıyla ortaya koyduğu hikayesinde herhangi bir değişiklik ve ilave yapmadan, sadece ismini değiştirerek yayımladım.”
Kitabın başladığı cümlelerden de anlaşılacağı üzere, Stefan Zweig bu eseri kendisi kaleme almamıştır.
Eser 7 Haziran 1913 gününü ve gecesini anlatıyor. Baron, yazısını olayın geçtiği tarihten dört ay sonra kaleme alıyor ve adeta unutmamak istercesine, her ince detayı ile birlikte yazıyor.
Kitabın ilk sayfalarında okuduğumuz karakter anne ve babasını kaybederek yüklü bir mirasın sahibi olmuş genç bir adam. Karakterimizin yaşadığı Viyana’da tanınmış bir çevresi ve lüks zevkleri var.
Bu zevklerin başında; antika eşyaları toplamak, kimsede olmayan kadehlere sahip olmak ve yeni çıkan kitapları herkesten önce ısmarlamak geliyor. Tüm bu zevklere, renkli Viyana yaşantısına rağmen hayattan tat alamayan,daha doğrusu duyguları körelmiş olan genç adamın insanlarla olan ilişkilerinde olabildiğine sıradan muhabbetlere katıldığını, ancak evine gidip, kendi köşesine çekildiğinde bütün bu davranışları aslında sadece “normal” karşılanmak için gerçekleştirdiğini görüyoruz. Duygu besleyemeyen bu genç adamın hissettiği, hissedebildiği tek şey hissizlik ve bu durum onu rahatsız etmeye başlıyor. Özellikle üç yıl boyunca birlikte olduğu kadından bir ayrılık mektubu aldığında, hissedemediği duygular, ona uğramayan hüzün,derin bir dehşete sebep oluyor.
Baharın geldiğini haber veren bir pazar günü, tesadüf eseri gittiği at yarışlarında içine doğan bir his, hareket etmesini söyleyen bir ses,onu hayatı boyunca yapmadığı ve yapmayacağı bir suça itiyor. Bu olay onun daha fazlasını istemesine sebep oluyor. Hislerinde olan değişim ve tavırlarının aldığı hal onu her gün yaptığı işlerden daha aykırı olanlara itiyor ve bu durum ona tarifsiz bir haz veriyor. Sadece bir gecede gerçekleşen tesadüfi olaylar zinciri, karakterin ruhundaki donukluğu çözmeye ve onu farklı bir bakış açısına çekmeye
sebep oluyor. Karakterin o “olağan üstü gece”den aldığı haz o kadar yoğun ki, her şey bitip evine döndüğünde içeri girip uyumak istemiyor. Elbette uzun bir gecenin ardından dinlenmeye muhtaç olan bedeni buna izin vermiyor.
Ertesi gün uyandığında, duygularının kendisine geri döndüğünü fark eden adam hayatını yaşayış biçimini eleştiriyor ve artık günlük sohbetlerinin dışına çıkıp daha farklı konulardan da bahsedebiliyor. Her gün ona gazete getiren uşağıyla konuşuyor, kapıcının dertlerini dinliyor ve en önemlisi artık mutlu bir adam olarak yaşamaya devam ediyor.
Bana kalırsa Baron Friderich Michael von R.’nin bu anısı, olağanüstü gecesi içimizdeki hislerin ne kadar kıymetli olduğunu, hüzünlensek bile bunun için, bunu hissedebildiğimiz için sevinmemiz gerektiğini gösteriyor.
Hissedebildiği tüm duygularda, çözebildiği her ruhta, konuştuğumuz insanların aslında o an ne hissettiğini sezmekte yardımcı olacak bir eser olduğunu düşünüyorum. Okunmasını tavsiye ederim!