Sinema; bastırılmış anıları, unutulmaya terk edilmiş tarihi olayları ve toplumsal travmaları gün yüzüne çıkarmanın en etkili aracıdır. Guillermo del Toro’nun Pan’ın Labirenti (El Laberinto Del Fauno/Pan’s Labyrinth, 2006) filmi, bu yaklaşımın en güçlü örneklerinden biri olarak, İspanyol İç Savaşı’nın ardından gelen Franco rejimine ayna tutar. Tarihin bu yüzleşilmemiş dönemini, masallar ve mitlerden ilham alan fantastik bir hikayeyle harmanlayarak sunar. Filmin ünlü “Pale Man” sahnesinde doğrudan referans olarak alınan Francisco Goya imzalı Saturn Devouring His Son (Çocuklarını Yiyen Satürn) tablosu da mitolojinin ve toplumsal kaosun yansımasıdır.
Pan’ın Labirenti ile Saturn Devouring His Son tablosu arasındaki görsel ve tematik bağlantılara odaklanacağım bu yazıda, öncelikle filmin tarihi bağlamını ve bastırılmış olanı yüzeye çıkarma biçimini, ardından tablonun tarihsel ve mitolojik kökenlerini ele alacağım ve tablonun filmde nasıl yeniden yorumlandığını inceleyeceğim.
Pan’ın Labirenti: Bastırılan Tarihe Fantastik Yolculuk

Pan’ın Labirenti, İspanya İç Savaşı’nın sona ermesinden beş yıl sonra, 1944’te geçiyor ve Ofelia adlı 11 yaşındaki bir kızın hikayesini anlatıyor. Ofelia, hasta ve hamile annesi Carmen ile birlikte, dağlardaki direnişçilerin peşine düşen acımasız bir asker olan üvey babası Yüzbaşı Vidal’in kırsal bölgedeki askeri karargâhına taşınır. Babasının ölümü, üvey babasının korkunçluğu ve annesinin hastalığıyla başa çıkabilmek için kendini peri masallarıyla oyalayan Ofelia, bir gün ormanda, yarı keçi yarı insan olan mitolojik yaratık Pan’ı görür. Pan, ona bir yer altı krallığının prensesi olduğunu ve babasının onu beklediğini söyler, ancak geri dönebilmek için bazı görevleri tamamlaması gerekmektedir.
Guillermo del Toro, Pan’ın Labirenti’nde Franco rejiminin sert gerçekliğini, fantastik bir dünya ile birleştiriyor; “gerçeği yeniden yaratmayı” hedefleyen tarihi bir film yapmak yerine, daha çok sözlü tarihin alanına giren masallardan, mitlerden yararlanarak çok katmanlı bir hikaye, yeni bir anlam yaratıyor. Filmde, Yüzbaşı Vidal ve direnişçileri ele alan, gerçek tarihi olaylardan beslenen hikâye ile Ofelia’nın yer altı krallığını içeren fantastik hikâye arasında herhangi bir hiyerarşi ilişkisi yok, biri diğerine daha üstün değil aksine birbirlerini tamamlıyorlar. Film, bastırılan ve unutulmaya terk edilen bu tarihi dönemin, ancak (resmi) tarihin dışında kalanları da ele alarak anlamlandırılabileceğini ortaya koyuyor.

1936-1939 yılları arasında süren İspanya İç Savaşı, Faşist Milliyetçi güçler ile çoğunlukla komünistlerden, anarşistlerden ve cumhuriyetçi hükümetin sadık demokratlarından oluşan Cumhuriyetçi güçler arasında bir mücadeleydi. Katliama dönüşen çatışmalarda yarım milyondan fazla insan hayatını kaybetti, bir o kadar insan da ülkeyi terk etti veya sürgüne gönderildi. Savaşın 1 Nisan 1939’da sona ermesinin ardından General Francisco Franco önderliğinde, Franco’nun 1975’teki ölümüne dek sürecek faşist bir diktatörlük kuruldu. Franco rejiminin baskıcı doğası ve yalnızca beş ay sonra İkinci Dünya Savaşı’nın başlaması nedeniyle İspanya İç Savaşı toplumsal hafızada bastırılan bir olay olarak kaldı.
Franco’nun ölümünün ardından, siyasi ayrışmanın her iki tarafı da diktatörün 36 yıllık iktidarıyla yüzleşmekten kaçınmaya yönelik siyasi bir karar olan “Unutma Paktı” üzerinde hemen anlaştı. Halkın çoğu, demokratik İspanya’nın geleceğine odaklanmak amacıyla, savaş ve faşizmin travmalarını törensiz bir şekilde gömmek için fazlasıyla istekliydi. Yüz bini aşkın sivil zayiatı işaretsiz toplu mezarlarda tutmayı da içeren bu karar adeta gönüllü bir kültürel amnezi eylemiydi. Ancak, Guillermo del Toro’nun da fazlasıyla aşina olduğu korku filmlerinin bize öğrettiği bir şey var: Uygun bir şekilde gömülmeyen her şey “hortlar” ve geçmişin hayaletleri bugüne musallat olur…
New York Üniversitesi’nden İspanyolca Profesörü Jo Labanyi, İspanyol İç Savaşı ve Franco rejiminin bastırılan anılarının, Franco sonrası dönemin roman ve filmlerinde hayaletimsi biçimde geri döndüğünü savunur. Tam olarak gömülemeyen geçmişin bir hayalet gibi varlığını sürdürebilmesini sağlayan hayali alanlar ve imgeler popüler hafızanın temelini oluşturur. Popüler hafıza aynı zamanda, yazılı aktarımdan ziyade nesiller arası sözlü aktarıma dayanır. Resmi tarih versiyonlarının aksine, gündelik mantıktan yoksun, parçalı ve dağınık olabilen filmler de bu yapılarıyla popüler hafızanın nasıl işlediğini yansıtan en iyi araçlardır.
Guillermo del Toro, Pan’ın Labirenti’ndeki parçalanmış dünyayı, Franco rejiminin toplumsal travmalarını hatırlatmanın, üstü örtülenlerle yüzleşmenin bir aracı olarak kullanıyor. Ofelia’nın sürgün edildiği yer altı krallığına dönme macerası, Yüzbaşı Vidal ve diğer yetişkinlerin dünyasındaki çatlaklara doluyor; burada hissedilen ama anlatılamayan acıyı, kaybedilenlere ve geçmişe özlemi hüzünlü bir masal aracılığıyla besliyor.

“Bence tüm masalların kasvetli bir ortamı vardır. Hansel ve Gretel esasen çocuklarını ormana ölüme gönderen aç bir aileyle ilgilidir. Sindirella işkence gören bir çocukla ilgilidir. İkinci Dünya Savaşı’nın bombalanmasına karşı geçen Narnia hikayelerine veya sevilmeyen bir yetim olan Harry Potter’a kadar gidebilirsiniz. Masallar zorlu koşulları bir fantezi dünyasıyla karşı karşıya getirir. Pan’ın Labirenti de farklı değildir. Masal mantığı doğrusal değildir, rastgeledir. İnsanlar, ‘Pale Man’in gözleri neden elinde?’ diye sorduğunda, ‘Hey, çünkü işler böyle yürüyor’ diyorum. Doğrusal, mantıksal zihnin Pan’ın Labirenti’nde zor zamanlar geçireceğini düşünüyorum.”
(Guillermo Del Toro, The Guardian)
Labanyi ayrıca Walter Benjamin’in tarihçiyi bir koleksiyoncu veya kolajcı olarak ele almasını da benimser ve bu tarihçinin, “popüler kültür tarihçisi” olduğunu savunur. Bu kişi “önemsiz şeylerin” tarihçisidir ama tarihin belirli bir dönemi anlamamızın anahtarı olan duygu yapısını sağlayacak olan da bu önemsiz şeylerdir. Guillermo del Toro’nun Pan’ın Labirenti’nde yaptığı gibi, yönetmenler “popüler kültür tarihçisi” gibi çalışırlar. Çöp olarak geride bırakılan ve kendilerine asla tarihsel anlatılarda yer bulamayan parçaları arayıp bularak onları gün yüzüne çıkarır; ilgisiz parçaları bir araya getirerek yeni anlamlar yaratırlar.
Pan’ın Labirenti; Alice Harikalar Diyarında’dan Franco döneminin sonuna doğru ortaya çıkan önemli İspanyol filmi The Spirit of the Beehive’a (Victor Erice, 1973), Peter Pan’dan İspanya’nın ulusal anlatısı Don Kişot’a kadar farklı eserlerin anlatısal ve görsel referanslarıyla örülü bir film. Anlamını hem tarih hem de tarihin alanına girmeyen parçalarla, metinlerarası göndermelerle oluşturuyor. Bu açıdan filmin mitolojiyle de derin bir bağı var. Ofelia’yı yönlendiren Pan’ın mitolojik bir yaratık olmasının yanı sıra, filmin en ünlü görsel referansı olan Saturn Devouring His Son (Çocuklarını Yiyen Satürn) tablosu mitolojiden ilham alıyor ve filmin çok katmanlı anlatısını pekiştiriyor.
Saturn Devouring His Son (Çocuklarını Yiyen Satürn)

Francisco Goya’nın Saturn Devouring His Son (Çocuklarını Yiyen Satürn) adlı eseri, görenin aklından kolay kolay çıkmayacak dehşet dolu bir manzara sunar. Sanatçının 1819-1823 yılları arasında yarattığı Kara Resimler serisinin bir parçası olan bu tablo, İspanyol ressamın hayatının en karanlık ve izole dönemine aittir. Goya, bu eserleri Madrid yakınlarındaki Quinta del Sordo (Sağır Adam’ın Evi) adlı evinin duvarlarına doğrudan boyamıştır. Sanatçının isimlendirmediği, herhangi bir açıklama bırakmadığı 14 resim, Goya’nın ölümünden yıllar sonra keşfedilmiş ve sonradan kanvas üzerine aktarılarak korunmuştur. Roma mitolojisindeki Satürn’ü yansıttığı şeklinde yorumlanan ve buna göre adlandırılan Saturn Devouring His Son, 14 resim içinde en iyi durumda olandır ve günümüzde Madrid’deki Prado Müzesi’nde sergilenmektedir.
Yunan mitolojisindeki Kronos‘un karşılığı olan Satürn zamanın tanrısıdır. Kronos, çocuklarından birinin onu tahtından edeceğini öğrenir ve bu kaderden kaçınmak için doğan her çocuğunu yutar. Ancak oğlu Zeus (Roma mitolojisinde Jüpiter) annesinin yardımıyla sağ kalmayı başarır ve sonunda Kronos’u alt ederek onu tahtından indirir.
Goya’nın tablosu, bu mitolojik hikâyeyi alışılmışın dışında, korkutucu bir vahşetle sunar. Mitolojide titan çocuklarını bebekken bir bütün olarak yutar. En etkili Barok ressamlardan biri olan Peter Paul Rubens’in aynı hikâyeden ilham alan 1636 tarihli ünlü “Saturn” tablosunda da bir parça vahşet vardır; Satürn, elindeki bebeği ısırırken resmedilmiştir. Goya’nın bu tablodan ilham almış olabileceği düşünülse de Rubens’in resmettiği vahşet, Goya’nın resmindeki ürperticilikle kıyaslanamaz bile.

Her şeyden önce Goya’nın Çocuklarını Yiyen Satürn tablosunda Satürn’ünün elinde tuttuğu figür bir yetişkin bedenidir. Kafası halihazırda yenmiş ve cansız bedeni kanlar içindedir. Tablonun en çarpıcı, en akılda kalıcı yanı ise kurbanın vaziyeti değil, bir çeşit delilik içindeki Satürn’ün dehşet içindeki kocaman açılmış gözleridir. Goya’nın koyu renk paleti ve dağınık fırça darbelerinin esere getirdiği kaosun ortasında parlayan bu gözler birçok yoruma açık; örneğin titanın aslında oğlunu yemek istemediği, bu eyleminden tiksindiği ancak yine de yapmak zorunda olduğu yönünde bir okuma yapılabilir. Goya’nın yansıtmak istediği neydi bilmek mümkün değil ama ben de burada Satürn’ün gözlerinde hüzünle karışık bir korku olduğunu düşünenlerdenim.
Tablonun neden yapıldığı, ressamın evinin duvarlarına neden bu kadar karanlık resimler çizdiği büyük bir gizem olsa da sanatçının depresyonla mücadele ettiği, bir hastalık nedeniyle sağır kaldığı son dönemlerindeki ruh halinin yansıması olduğu genel olarak kabul edilir. Goya, Napolyon’un İspanya’yı işgali, Joseph Bonaparte’ın saltanatı ve ardından aşırı muhafazakâr hükümdar Fernando VII’nin yükselişi de dahil olmak üzere benzeri görülmemiş bir siyasi değişim dönemi yaşadı. Başlangıçta İspanyol sarayına hizmet eden bir sanatçı olarak canlı, renkli, neşeli gravürler yaratsa da ilerleyen yaşında eserlerinde giderek tanık olduğu savaş ve politik yolsuzluğa yer vermeye, daha karanlık atmosferler yaratmaya ve fantastik çağrışımlar kullanmaya başladı.
Bu bağlamda, Saturn Devouring His Son tablosunun anlamına ilişkin çeşitli açıklamalar yapılagelmiştir. Mitolojide Satürn/Kronos, zamanın yıkıcılığını, zamanın her şeyi yutmasını ve insanın faniliğini sembolize eder, dolayısıyla bu ilk akla gelen yorumlardan biridir. Evlatlarını yiyen titan, övgüye değer ideallerle doğan ve kurbanlarını yutan bir canavara dönüşen Fransız Devrimi’nin bir alegorisi olarak da kullanılır. Goya’nın benzer bir alegoriyi İspanyol monarşisi için kullanmış olabileceği düşünülmektedir. Monarşi zamanla, iktidarı elinde tutmak amacından başka bir şeye hizmet etmez hale geldi ve kendi çocuklarını yok eden bir canavara dönüştü.
Bu tablo, hem zamansız bir mitolojik hikâyeyi hem de Goya’nın içsel ve toplumsal çöküşe karşı verdiği sanatsal bir çığlığı temsil eder. Tablodaki grotesk* anlatım, izleyiciyi sadece mitolojik bir hikâyeyle değil, insan doğasının yıkıcı, kontrol edilemez tarafıyla yüzleştirir.
Saturn Devouring His Son Tablosu ve Pan’ın Labirenti İlişkisi

Ofelia, Pan’ın kendisine verdiği görev doğrultusunda, sihirli tebeşirle odasının duvarına bir kapı çizerek yer altı dünyasına iner. Burada lezzetli yiyeceklerle dolu bir masanın başında, gözlerini çıkarıp önündeki tabağa koymuş olan bir yaratık, Pale Man oturmaktadır. Ofelia’nın bu masadaki hiçbir yiyeceğe elini uzatmaması gerekir ama kız dayanamaz, ağzına bir üzüm atar ve Pale Man’i uyandırır. Korkunç yaratık bu hatanın karşılığında, Ofelia’ya yolun başından beri eşlik eden perilerden birini yer. Filmin bu sahnesi doğrudan Goya’nın tablosundan esinlenmiştir. Ayrıca duvarlarda Pale Man’in bebekleri yediği sahnelere ait resimler de vardır.
“Ve Goya, özellikle Pale Man karakteriyle ilgili olarak açık bir referanstı. Pale Man’in perilerin kafalarını ısırdığı bir sahne var. Bu, doğrudan Goya’nın Satürn’ün oğlunu yediği tablosundan geliyor.”
(Guillermo del Toro, The Guardian)
Bu sahnede ziyafet masasının başında oturan Pale Man ile daha önceki bir ziyafet sahnesinde, aynı konumda oturduğunu gördüğümüz Yüzbaşı Vidal arasında bir paralellik kuruluyor. Yüzbaşı’nın Franco rejiminin vücut bulmuş hali olduğunu düşünürsek, tablo aracılığıyla, kendi çocuklarını yiyen Faşist rejime yönelik çok katmanlı bir metafor kullanıldığını söyleyebiliriz. Yönetmen bu sahnede ayrıca, Gece ve Sis (Alain Resnais, 1955) gibi Holokost belgesellerindeki kullanımıyla Nazilerin toplama kamplarını anımsatan bir imge haline gelen ayakkabı yığınını göstererek, metaforik anlatımını İspanya tarihi dışına doğru genişletiyor. Böylece Pale Man, bir bütün olarak totalitarizmin zalim doğasını temsil ediyor.

Guillermo del Toro 2017 yılındaki bir Twitter/X paylaşımında Pale Man’in “çaresizlerden beslenen tüm kurumsal kötülüğü” temsil ettiğini söylüyor ve yaratığın Pale Man (soluk/beyaz adam) olarak adlandırılmasının tesadüf olmadığına dikkat çekiyor. Yönetmenin bu yorumu, Pale Man ve Ofelia’nın yemesinin yasak olduğu ziyafet sofrasının, Faşizmin yolunu kolaylaştıran Katolik Kilisesi’ne yönelik bir eleştiri olduğu yönündeki okumaları da haklı çıkarıyor.
Her Şeyi Yutan Zaman

Tablo ve film bağlantısının bir diğer boyutu da zaman kavramı üzerinden ortaya çıkıyor. Yukarıda da belirttiğim gibi Satürn/Kronos mitolojisi, zamanın çocuklarını (fani insanları) yiyip yutması hakkındadır. Zaman kavramı Pan’ın Labirenti‘nde Yüzbaşı Vidal ile bağlantılı bir sahnede önemli bir ayrıntı olarak vurgulanıyor. Yüzbaşının asker olan babasının, savaşta vurulduğu sırada saatini parçaladığı, böylece oğluna ne zaman öldüğünü bildirmek için zamanı durduğu anlatılıyor. Aynı eylemi filmin sonunda Yüzbaşı da tekrarlıyor ve öleceğini anladığında kırdığı saatin, yeni doğmuş olan oğluna verilmesini istiyor. Ne var ki direnişçilere destek veren hizmetçisi Mercedes bunu reddediyor.
Goya’nın tablosunda Satürn’ün bir baba figürü olarak çocuklarını yok etmesi gibi, Vidal de hem ailesini hem de çevresindekileri tüketen bir güçtür. Burada yine Vidal üzerinden, Franco rejiminin durmuş saat, donmuş zamanla eşleştirildiğini söylemek mümkün (Yüzbaşının odası da bir saatin iç mekanizmasını anımsatıyor). Filmde faşizm bireyleri, gelecek nesilleri yok eden, zamanın akışını kesintiye uğratan bir güç olarak resmedilir. Ofelia’nın masalsı yolculuğu ise bu dondurulmuş zamanı aşma ve yeni bir tarih yazma umudunu temsil eder. Sonunda durmuş saatin babadan oğula geçişinin kesintiye uğratılması, Mercedes’in direnişi ve Ofelia’nın fedakarlığı, bu döngüyü kırma potansiyelini gözler önüne serer.
Sonuçta, Pan’ın Labirenti‘nin ele aldığı temalar doğrultusunda, ürpertici ve grotesk Saturn Devouring His Son tablosuyla bağlantı kurması filmin anlatısını güçlendiren bir metinlerarası referans olarak karşımıza çıkar. Tabloya yapılan göndermenin sağladığı çok katmanlı anlam, filmin, yüzleşilemeyen bir tarihi dönemi hayali, masalsı, mitolojik imgelerle gün yüzüne çıkarma amasına hizmet eder. Pan’ın Labirenti geçmişi unutulmaya terk etmenin mümkün olmadığını hatırlatır: Zaman her şeyi yutar ama sanat, yutulanı geri getirir.
Kaynakça
Öne Çıkan Görsel: themoviedb.com
“Goya · The Black Paintings”. The Art Wolf. WEB. 18.12.2024
Burton, Poppy. “How Francisco Goya shaped a Guillermo del Toro monster” Far Out Magazine. WEB. 18.12.2024
del Toro, Guillermo. “Pan’s people” The Guardian. WEB. 18.12.2024
Keogan, Natalia. “Pan’s Labyrinth and Guillermo del Toro’s Anti-Fascist Fairy Tales” Paste Magazine. WEB. 18.12.2024
Labanyi, Jo. “History and Hauntology; or, What Does One Do with the Ghosts of the Past? Reflections on Spanish Film and Fiction of the Post-Franco Period” Disremembering the Dictatorship: The Politics of Memory in the Spanish Transition to Democracy, derleyen Joan Ramon Resina, Rodopi, 2000, (65-81)
Smith, Paul Julian. “Pan’s Labyrinth” Film Quarterly. WEB. 18.12.2024
*Grotesk: Nesneleri sıra dışı özelliklerle tasvir ederek dünyaya ait olmayan bir olgu biçiminde ele almak. Grotesk eserler, izleyicide hem rahatsız edici bir tuhaflık hem de sempatik bir acıma duygusu uyandırabilir.