Art Deco, Türkçe karşılığı ile “dekoratif sanat” anlamına gelmektedir. Bu kavramın kökeni, Fransızca “sanat” anlamına gelen “art” kelimesiyle, sıfat olan “dekoratif” in “deco” nun birleşimidir. 1920-1930 yılları arasında uygulamalı sanattan mimarlığa kadar birçok alanda etkisi görülen Art Deco, modern bir şeyler bulma amacının ve çabasının bir ürünüdür. Ayrıca Art Deco, endüstriyel tasarım düşüncesinin ve modernleşmenin getirdiği yenilikler olarak da düşünülebilir.
Birinci Dünya Savaşı’nın olumsuz etkilerini azaltmaya çalışan Art Deco, Batılılar için sıkıntılı bir dönemde ortaya çıkmış; savaşa rağmen çok renkliliği ve zengin desenleri ile savaşın depresif ruh halini dağıtmıştır. Toplum kendini renklere, desenlere, görkeme, değişimlere kısacası yeniliklere açmıştır. Bu durum dekorasyona, mobilyaya, nesnelere, giyim kuşama, yaşam tarzına kadar yayılmıştır. Ünlü mimar Uğur Tanyeli ‘ye göre;
“Mimarlıktan seramiğe dokuma tasarımından mobilyaya, gündelik kullanım eşyalarından grafik sanatlar, resim ve heykele, hatta giysi tasarımına dek uzanan ve Avrupa ile Amerika’dan Çin’e ve Türkiye’ye dek neredeyse tüm dünyaya yayılan Art Deco’nun nasıl olup da bu denli “suskun” kalabildiğini anlamak zordur.. Art Deco hakkında çok az söz söylenebilmiştir, çünkü Art Deco bizimle sadece yapıtları aracılığı ile konuşabilmektedir. Bu yüzden düşünsel ürünlerle onların referans verdiği sanat yapıtlarını birlikte ele almayı yeğleyen Batılı “parlak” sanat tarihçileri Art Deco’ya pek yüz vermemektedir. (Tanyeli, 1991, s.123-128)”
Art Deco, 1925-1935 yılları arasında doruk noktasına ulaşan klasik, simetrik, doğrusal bir tarzdır. Kübizm, fütürizm gibi ciddi sanat akımlarından ve Bauhaus akımının etkisinden ilham almıştır. Paris’te 1920-1930 döneminin baskın bir sanat formuydu. “Arts Decoratifs” tarzını takip eden tüm sanatçılar arasında en akılda kalanlardan biri Tamara de Lempicka idi.

Tamara Maria Gorska

Tamara; 1898 yılında Polonya’da hali vakti yerinde bir anne babanın kızı olarak dünyaya gelmiştir. Annesi ve babası boşandıktan sonra, zengin büyükannesi ile büyüyen Tamara; birçok pahalı kıyafet ve seyahatler ile büyükannesi tarafından şımartılmıştır. On dört yaşına geldiğinde İsviçre’nin Lozan kentinde okula gitmeye başlamıştır. Tamara; evini Fransız firması olan Maison Jansen‘e dekore ettirmek isteyen halası Stephanie ile birlikte St. Petersburg’a gitmiştir. Orada gördükleri ve çevresindeki bu yüksek yaşam, genç kıza nasıl yaşamak istediği ve geleceğinin nasıl olması gerektiği konusunda bir fikir vermişti.
1914’te Rusya ve Almanya’nın birbirlerine savaş ilan etmelerinden kısa bir süre sonra Tamara, Varşova’nın en yakışıklı bekârı Tadeusz Lempicka adlı bir avukata aşık olmuştur. İki yıl sonra çok güzel bir düğün ile St. Petersburg’da evlenmişlerdir. Tamara’nın bankacı olan eniştesi damat adayının düğün çeyizini sağlamış ve kendine ait hiç parası olmayan Tadeusz, on altı yaşındaki bu güzel kızla evlenmekten büyük mutluluk duymuştur. Bir yıl sonra Tadeusz Lempicka Bolşevikler tarafından tutuklanmış. Kocasını seven Tamara; yetkililerin gözüne girmek için güzelliğini kullanmış, kocasını kurtarmak için Rus Devrimi’ne göğüs germişti. Çift daha sonra Paris’e kaçmış ve Tamara de Lempicka‘nın fantastik hayat hikayesi de burada başlamıştır.

Paris
Artık Tamara de Lempicka olarak bilinen mülteci öğrenci, bir yandan sanat okurken bir yandan gece gündüz çalışıyordu. Kendine özgü Art Deco tarzıyla tanınmış bir portre ressamı olmuştu. Egzotik, seksi ve göz alıcı Paris’in bir parçası haline gelen Art Deco, Tamara’nın da hayatının bir özeti gibiydi. Savaşlar arasında yazarların, sanatçıların, bilim adamlarının, sanayicilerin ve Doğu Avrupa’nın sürgündeki soylularının portrelerini yaptı.
Kızı Kizette de Lempica-Foxhall, Tamara De Lempica Passion By Design biyografisinde şöyle yazmıştı: “Zenginleri, başarılıları, ünlüleri, en iyileri kısacası hepsini o resmetti. Çalışma ona eleştirel beğeni, sosyal şöhret ve hatırı sayılır bir zenginlik getirdi.”

Amerika
İkinci Dünya Savaşı tehdidi altında Paris’te artık daha fazla kalamayan Tamara, Amerika’ya gitmek zorunda kalmıştır. “Hollywood Yıldızlarının Favori Sanatçısı” olmayı aklına koyan sanatçı bu hedefle Hollywood’a gitti. Beraberinde eski ve zengin patronlarından biri olan ikinci kocası Baron Raoul Kuffner ile Amerikalı film yönetmeni King Vidor‘un Beverly Hills şehrinde olan eski evine taşındılar. Daha sonrasında Baron ve Tamara, 1943’te New York’a, 322 East 57th Street’teki muhteşem bir daireye yerleştiler. Tamara burada, iki katlı kuzey ışığı stüdyosunda bir iki yıl daha eski tarzda resim yapmaya devam etti. Daireyi kendisinin ve Baron’un Macar malikanesin den kurtardığı antikalarla dekore etmişti.

Paris
Savaş bitince Tamara; Rue Mechain’de ünlü Paris stüdyosunu rokoko tarzında dekore ederek yeniden açmıştır. Daha sonra bir arkadaşı New York City’de bulunan dairesini Tamara’nın kişisel dokunuşuyla dekore etmesini istedi ve o burayı kendi tarzına göre dekore etti. Baron’un 1962’deki ölümünden sonra, kızı Kizette‘in yanında olmak isteyen Tamara Houston’a taşındı. O zamanlar çok moda olan bir palet bıçağıyla resim yapmaya başladı. New York’ta bulunan Lolas Galerisi, 1962’de en yeni ve en son yaptığı eserleri sergiledi. Ancak eleştirmenler kayıtsızdı ve resimlere çok alıcı çıkmadı. Bunun üzerine Tamara bir daha asla resimlerini sergilemeyeceğine dair kendine söz verdi. Soyut dışavurumculuğun gelişi ve ilerleyen yaşı, kariyerini 1950’ler ile 1960’larda durdurdu. Biraz unutulmuş, işi görmezden gelinmiş, yeni ve eski tuvallerini bir tavan arasında saklayarak resim yapmaya devam etti.
1966’da Musee des Arts Decoratifs, Paris’te “Les Annees 25” adlı bir anma sergisi düzenledi. Serginin başarısı ile birlikte Art Deco’ya ve Tamara’ya ciddi bir ilgi oluştu. Bu durum Alain Blondel adlı genç bir adama Galerie du Luxembourg’u açması ve Tamara de Lempicka‘nın büyük bir retrospektifini (sanatçının kariyeri boyunca yaratmış olduğu eserlerden derlenmiş sergi) başlatması için ilham verdi. Bunun üzerine New York City’de Knoedler Gallery’de onun için bir sergi yapılacaktı. Ancak her zaman buyurgan olan Tamara, serginin nasıl monte edileceği konusunda çok fazla talepte bulununca Knoedler’da bulunan küratör çekip gitti.. Zamanla Art Deco ve figüratif resim yeniden gündeme geldikçe, Tamara da sanat dünyası tarafından yeniden keşfedildi.

Meksika
Tamara; 1978’de kalıcı olarak Meksika’ya taşındı. Cuernavaca isimli şık bir şehirde, Japon bir mimar tarafından inşa edilen “Tres Bambús” isimli lüks bir ev satın aldı. Yaşlandığını düşünüyor ve bu sebeple kendini çaresiz hissediyordu. Son yıllarında kendine hep genç arkadaş grupları aradı. Güzelliğini kaybettiği için yas tutuyor, giderek huysuz bir kadına dönüşüyordu.
Tamara de Lempicka; 18 Mart 1980’de yanında kızı Kizette ile uykusunda hayata gözlerini yumdu. Öldükten sonra yakılmak ve küllerinin Popocatépetl yanardağının tepesine serpilmesini istemişti ve bu dileği yerine getirilerek cenaze töreni gerçekleşti.
Kaynakça
- Tamara De Lempicka
- Tanyeli, U. (1991, Şubat). Toplumsal Bilinçaltı ve Art Deco. Arredamento mimarlık tasarım kültürü dergisi, 1991(23), 123-128.
- Uysal, İlay. XXI. Yüzyıl Perspektifinde Art Deco Stilinin Tekstil Tasarımlarına Yansımaları Ve Yeni Öneriler. Yüksek Lisans Tezi, Akdeniz Üniversitesi Güzel Sanatlar Enstitüsü, 2019.
- Tamara De Lempicka, Portre