The Lighthouse (2019) Film İncelemesi : Tekinsiz Bir İzolasyon!

Editör:
Eylül Ezgi Türker, Mehmet Samet Acar
spot_img

The Witch (2015) ve The Northman (2022) filmleriyle tanıdığımız, mitlere, tarihsel doku ve gerçekliklere dayandırdığı güçlü atmosfer yaratımıyla kendine özgü bir sinema üslubunu benimseyen Robert Eggers’in elinden, 2019 gibi sinema adına böylesine üretken geçen bir dönemde dahi isminden iddiayla söz ettiren ”The Lighthouse” filmini sizler için inceledik.

Dikkat: Bu yazı spoiler içerir! 

Robert Eggers ve kardeşi Max Eggers’in ortak hikayesinin ürünü olan The Lighthouse bir psikolojik korku filmidir. Willem Dafoe, Robert Pattinson ve Valeriia Karaman‘ın rol aldığı film, 1801 yılında Britanya’daki Smalls Adası’nda bulunan bir deniz fenerinde gerçekleşen, “The Smalls Lighthouse Tragedy” olarak anılan, iki deniz feneri bekçisi Thomas Howell ve Thomas Griffith’in başından geçen dramatik bir hikayeden ilham alır. Başlarda Edgar Allan Poe’nun deniz fenerinde yalnız kalan bir bekçinin günlüğünü anlatan bitmemiş kısa hikayesi “The Light-House” parçacığından ilhamla hikayeyi bir hayalet üzerinden çizmeyi planlayan Max Eggers’e, kardeşi müdahale ederek mitlere dayandırdığı karakteriyle hikayeyi bildiğimiz haline getirmiştir.

Willem Dafoe Robert Pattinson Reddit

Yönetmen: Robert Eggers – IMDb: 7.4

Film, 19. yüzyılın sonlarında New England açıklarındaki izole bir adada bir deniz fenerinde çalışan iki adamın hikayesini anlatır. Filmin başlangıcında, ikili dört hafta boyunca deniz fenerinde çalışmak üzere görevlendirilir. Yaşlı, deneyimli ve otoriter Wake, acemi ve çalışkan genç Winslow’a zorlu işler verip onu tamirat ve temizlikten sorumlu tutar. Deniz fenerinin ışığıyla sadece kendisi ilgilenen Wake, Winslow’a sürekli ışık için hazır olmadığını ve ışıktan uzak durmasını söyler. Wake’in kaba ve buyurgan üslubu karşısında Winslow son derece sakin, sabırlı ve çalışkandır. Fakat bu izole adada ve harabe fenerde iki adamın beraber yaşaması sandıkları kadar kolay olmayacaktır.

İktidar Mücadelesi

Willem Dafoe Robert Pattinson GQ

Winslow’un henüz etrafa göz attığı fenerde, Wake çoktan hükümdarlığını kurmuş ve iş buyurmaya başlamıştır bile. Winslow, yatağının şiltesinden eski çalışana ait olduğunu düşündüğü bir denizkızı figürü bulur ve hikaye bu noktada şekillenmeye başlar. Winslow’un sorusuna karşılık olarak Wake, eski çalışanın fenerde akıl sağlığını yitirdiğini anlatır. Devamındaki günlerde ise Winslow’a fenerdeki bu izole günleri geçirmenin tek yolunun alkol olduğunu söyleyerek sürekli olarak içmesini teklif eder. Başlarda bu teklifi reddeden Winslow, yavaş yavaş Wake’e ayak uydurmaya başlar. Wake’in ışık konusundaki ısrarı, Winslow’un ışığa ulaşma isteğini iyice perçinler ve bunu bir tür hırsa dönüştürür. İkilinin ilişkisi ilerledikçe, Wake, ışık ve Winslow hakkındaki fikirlerini dile getirmeye başlar ve bu durum bir yandan ikilinin ilişkisinin çatırdamasına sebep olurken, öte yandan aralarındaki bağı da güçlendirir. İkilinin sohbeti ilerledikçe birbirlerine dair gerçekleri öğrenir ve gülüp eğlendikleri her anın sonrasında bu gerçekleri birbirlerinin yüzüne tokat gibi çarparlar.

Karakterlerin Mitolojik İzdüşümleri

Willem Dafoe Senses of Cinema

Yaşlı Wake, fenerdeki ışığa ulaşan ve onunla iletişimi olan tek kişi olmasının hissettirdiği güç ile Winslow’un üzerinde otoritesini oluşturmuştur. İkili arasındaki bu efendi-köle ilişkisi, filmin kurgusunu etrafında şekillendiren olgu olmakla beraber, ilerleyen dakikalarda kendi yapısını bozacaktır. Wake karakteri, Yunan mitolojisindeki Proteus’un ta kendisidir. Şekilden şekle girebilen ve form değiştiren deniz tanrısı Proteus, denizin ve dalgaların kontrolünü elinde tutar. Wake’in denizle olan güçlü bağlantısı ve deniz feneri üzerindeki otoritesi, onu Proteus karakteriyle özdeşleştirir. Wake’in deniz fenerine kendisi dışında herhangi birinin çıkmasına kesinlikle izin vermiyor oluşu, mutlak güç arzusunu sembolize eder ki Winslow’un dikkatini çeken şey tam da budur.

“Ah, Proteusvari (değişken) suretler âdemlerin zihninden yüzeye doğru çıkıyor ve eriyip gidiyor hararetli bir Prometheusvari talanda, kavuruyor gözleri ilahî bir hayâ ve dehşet ile. Ve batırıyor dibe, ta Davy Jones’un yanına kadar.”
-The Lighthouse (2019.) Çeviri: Mehmet Samet Acar

Robert Pattinson The Guardian

Genç ve yeni bir deniz feneri bekçisi Ephraim Winslow, geçmişinden kaçmak ve kendini kanıtlamak isteyen hırslı bir karakterdir. Filmin akışında, gerçek adının Thomas Howard olduğunu öğreniriz. Winslow, deniz fenerinin ışığını saplantı haline getirir. Onun bu saplantısı, içsel arzularının ortaya çıkışını ve yavaş yavaş deliliğe sürüklenmesini beraberinde getirir. Winslow, deniz fenerinin ışığına erişmeye çalışarak bilgi ve aydınlanmayı arar. Bu da Winslow ve Prometheus arasındaki büyük paralelliğin göstergesidir. Prometheus, Yunan mitolojisinde, insanlığa ateşi çalan ve bunu yaptığı için Zeus tarafından cezalandırılan bir titandır. Prometheus’un çaldığı ateş, bilgi ve güç sembolü olarak görülür; bu bağlamda Winslow’un peşinde koştuğu ışığa da aynı anlamları yüklemek mümkündür. Winslow, ışığa ulaşmanın bedelini, ulaşana kadar geçen süreçte karakterinin geçirdiği deformasyonlarla öder fakat yaşayacakları henüz bitmemiştir.

Martılar Aslında Neyin Habercisi?

Martılar Film School Rejects

Filmde sıkça gördüğümüz martılar, bir inanışa göre doğanın ve doğaüstü güçlerin ya da ölü denizcilerin ruhlarını temsil ederler. Wake, filmin bir bölümünde Winslow’a bir martıyı öldürmenin kötü şans getireceğini ve denizcileri lanetleyeceğini söyler. Winslow, batıl inançları olan Wake’in sözüne aldırış etmez fakat içten içe ona inanmaya başlar. Filmin ilerleyen dakikalarında, başlardaki sükunetini idame ettiremeyen Winslow, su kuyusunun yanında bir martıyı acımasızca öldürür. Winslow’un martıyı öldürmesi, onun ahlaki çatışmalarını, kontrol arzusunu ve kaderine karşı gelme çabasını yansıtan karmaşık bir eylemdir. Bu patlama, filmdeki batıl inançlar ve sembollerle desteklenerek Winslow’un trajik sonuna zemin hazırlayan bir dönüm noktası olur. Martıyı öldürmek, Winslow’un zihinsel çöküşünün başladığı an olarak görülebilir. Bu eylem, onun mantıklı düşünme yeteneğini kaybettiğinin ve deliliğe sürüklendiğinin bir göstergesidir. Martıyı öldürdükten sonra, Winslow’un halüsinasyonları ve paranoyası daha da artar.

Kutsal Arzular

Valeriia Karaman deniz feneri Willem Dafoe Era Journal

Winslow’un gördüğü denizkızı, filmin doğaüstü atmosferini güçlendiren bir unsurdur. Bu yaratık, gerçekliğin sınırlarını bulanıklaştırır ve izleyiciye karakterlerin zihinsel durumlarının ne kadar kırılgan olduğunu gösterir. Mitolojideki yerine bakacak olursak, denizkızları veya sirenler, denizcileri cezbeden ve tehlikeye atan yaratıklar olarak tasvir edilirler. Winslow’un denizkızına olan ilgisi, onun baştan çıkarıcı ve tehlikeli bir unsurla yüzleşmesini simgeler. Bu, onun akıl sağlığını ve yaşamını tehdit eden bir durum yaratır. Fakat yine de hiçbir şey deniz feneri kadar ilgisini çekmez.

Filmdeki deniz feneri, hem fiziksel hem de metaforik bir yapıdır. Fiziksel olarak denizciler için bir rehber görevi görürken, metaforik olarak bilgi, güç ve kontrolü temsil eder. Wake, deniz fenerinin ışığını Winslow’dan saklar ve onu ışığın büyülü ve kutsal olduğu konusunda uyarır, sahibinin de kendisi olduğunu söyler. Bu, Prometheus mitindeki ateşi çalan ve cezalandırılan Prometheus’u anımsatır.

Filmin ilerleyen kısımlarında, Winslow (gerçek adıyla Thomas Howard) ve Wake arasında fiziksel ve psikolojik çatışmalar yoğunlaşır. Winslow, Wake’i suçlayarak ve ona isyan ederek kendi deliliğine yenik düşer. Bu çatışmanın doruk noktasında, Wake’in tıpkı Proteus gibi şekilden şekile girdiği bir sahne yaşanır. Proteus, kendisiyle çatışanlara karşı şekil değiştirerek mücadele eder. Bu noktada Wake, Winslow’un öldürdüğü ve adını aldığı eski ormancıya ve korkunç bir ahtapot suretine bürünür. Wake, Winslow’un deniz fenerinin ışığına (ateşe) ulaşma arzusunu engellemeye çalışır ve bu süreçte kendisi de bir tür cezalandırıcı rolü üstlenir.

Işığa Ulaşmanın Bedeli

Jean Delville isimsiz Robert Pattinson flickr

“The Lighthouse” filminin en sembolik ve rahatsız edici anlarından biri olan Winslow’un martılar tarafından yendiği son sahne, filmin mitolojik göndermelerini ve karakterin nihai kaderini güçlü bir şekilde yansıtır. Filmde, resimlerden ve edebi eserlerden ilham alan Eggers, bu sahnesinde de Jean Delville’in 1888’de resmettiği isimsiz eserini referans almıştır.

Winslow, deniz fenerinin ışığına (ateşe) ulaşarak bir tür yasak bilgiye erişmeye çalışır. Bu eylem, Prometheus’un ateşi çalmasıyla paralellik gösterir. Martılar tarafından yenilmesi, Prometheus’un kartal tarafından yenilmesine doğrudan bir göndermedir. Bu sahne, Winslow’un bu yasak bilgiye ulaşmasının bedelini ödediğini ve mitolojik bir ceza çektiğini simgeler. Wake’in, filmin başlarındaki martıların öldürülmesinin kötü şans getireceği ve denizcileri lanetleyeceği doğrultusundaki uyarısını dikkate almayan Winslow’un trajik sonu, yine martılar tarafından getirilir.

“The Lighthouse”, semboller ve mitolojik ögelerle dolu, derin ve çok katmanlı bir filmdir. Eggers, görsel ve işitsel anlatım teknikleriyle, ”neredeyse” kare format biçimiyle izleyiciyi karakterlerin zihinsel ve duygusal yolculuğuna çeker. Deniz feneri, deniz, martılar ve sirenler gibi semboller, filmdeki karakterlerin içsel dünyalarını ve çatışmalarını yansıtır. Wake ve Winslow’un güç mücadelesi ve delilikleri, insan doğasının karanlık ve karmaşık yönlerini gözler önüne serer. Film, güç, kontrol, suçluluk ve arzu temalarını işlerken, izleyiciyi düşünmeye ve yorum yapmaya teşvik eder. Nitekim bu filmi anlamak ya da beğenmek için iki kez izlemeniz gerekebilir.

Fragmanı izlemek isteyenler için buraya bırakıyoruz.

 

Kaynakça

Vulture.”The Lighthouse Is About the Horror of Roommates in Isolation”.Erişim Tarihi:16.04.2020.Web.

The Guardian.”The Lighthouse review – Robert Pattinson shines in sublime maritime nightmare”.Erişim Tarihi:19.05.2020.Web.

spot_img

Yorum Yap

Yorum girişi yapınız.
Adınızı girin

Star Wars Sith’in İntikamı: Bir Trajedinin Epik Kapanışı

Skywalker'ın öyküsü, galaktik düzenin çöküşünü, dostlukların sonunu ve aşkın trajedisini bir kez daha gözler önüne seriyor.

Macbeth Sendromu: Hırsla Yoğrulan Bir Kimliğin Çöküşü

Macbeth Sendromu, bireyin hırs uğruna kimliğini ve vicdanını yitirerek psikolojik çöküşe sürüklenmesini anlatan patolojik bir durumdur.

You’ya Veda: Önceki Sezonda Neler Oldu?

You, beşinci sezonuyla son kez ekranlara gelirken, önceki sezonlarda neler oldu hatırlayalım.

Altı Çizilenlerde Bu Ay: Ahmed Arif | Hasretinden Prangalar Eskittim

Söylenti Edebiyat editörleri, Altı Çizilenler serisinde bu ay, doğum gününde, şiirin aykırı sesi, toplumcu gerçekçiliğin öncülerinden, Türk edebiyatının benzersiz şairi Ahmed Arif'e yer veriyor!

Orta Çağ Avrupası’nda Evlilik, Boşanma ve Eğlence Kültürü

"Ben senin için yaşamayı göze aldım" diyenleriniz varsa, itinayla "Sıkıysa Orta Çağ'da yaşasana" diyebilirsiniz çünkü bu çağda yaşamak sanıldığından çok daha zor.

HBO Max’te İzleyebileceğiniz Yapımlar

İşte HBO Max'te izleyebileceğiniz yapımlar.

Exulansis: Anlaşılamamanın Getirdiği Vazgeçiş

Exulansis, kişinin anlaşılamayacağını düşünerek kendini anlatmaktan vazgeçişini konu alır.

Şahane Hatalar : Kendi Maceranı Kendin Yarat

Sadece hataların sonuçlarına odaklanmak yerine, bu hataların insanları nasıl şekillendirdiğini ve nasıl birer öğrenme fırsatı sunduğunu ele alan sıra dışı kitap: Şahane Hatalar.

Yahya Kemal Şiirlerinde Yedi Farklı Tema

"İnsan âlemde hayal ettiği müddetçe yaşar." Türk edebiyatına hayalinden kelimeler armağan ve miras bırakan Yahya Kemal Beyatlı.

Kayıp Seslerden Yazının Öznelerine: Virginia Woolf’un Eserlerinde “Kadın” Teması

Woolf’un dilinde "kadın", tarihin dışına itilmiş bir sesin geri çağrılması, unutulmuş bir hakikatin dile gelmesidir.