Matrix serisinin birçok hayranı için bekleyiş sona erdi. Çağımızın en başarılı film serilerinden birinin devamı niteliğinde çekilen The Matrix: Resurrections vizyona girdi.
Yirmi yıla yakın bir süreden sonra tekrar bizi aynı evrene davet eden Lana Wachowski’nin yönettiği film ise izleyenleri ikiye böldü. Kimine güzel bir nostalji deneyimi sunan film, çoğu izleyiciden sınıfta kaldı.
Siyahlara Dönüş
Keanu Reeves’in canlandırdığı Neo, Trinity eşliğinde kadroya liderlik etmek için geri dönüyor. Ancak bu sefer Morpheus rolünde artık Laurence Fishburne’u değil, Yahya Abdul-Mateen’i yeni bir Morpheus yorumuyla izliyoruz. Agent Smith ise artık Hugo Weaving tarafından canlandırılmıyor. Oyuncular bunun sebebinin basit bir şekilde Lana Wachowski’nin kararı olduğunu söylüyorlar.
Dördüncü film, Thomas Anderson kimliğiyle yaşayan bitkin ve depresif orta yaştaki Neo’yu esprili bir şekilde göstererek başlıyor. Neo bu ‘gerçeklikte’ gerçek ve hayali ayırt edemeyen, ödüllü bir oyun programcısı. Bu ödülü ise The Matrix adlı, gerçeğe dayanıp dayanmadığını idrak edemediği bir oyunla kazanmış. Hikaye daha en başından ilk filme paralel bir anlatım izliyor. Neo’yu idolize etmiş Bugs ve Morpheus’un kimliğini benimsemiş bir ajan, Neo’yu gerçekliğe döndürmeye çalışıyor. Neo’nun bu hayatındaki patronu ise, Ajan Smith’in alternatif bir versiyonu gibi görünüyor. Her gün uğradığı yerel bir kahvecide ise Tiffany yani Trinity’i görüyor. Bu hayatta sevdiği tek insanı uzaktan bir yabancı gibi izlemek zorunda kalıyor. Neo’nun analisti, tüm bunların sadece onun hayal gücü olduğuna dair onu manipüle etmek için elinden geleni yapıyor. Yine de gerçek adı Thomas olan Neo, Matrix, Trinity ve gizli insan şehri Zion ile ilgili anılarının gerçek olabileceğine dair bir şüpheye sahip.
Bugs ve “güncellenmiş” Morpheus’un yardımıyla Neo, tekrar meşhur soruyu yanıtlamak durumunda kalıyor. Seçme şansı olmadığının farkında olan Neo, kırmızı hapı yutuyor.
Bilinen Her Zaman İyi Değildir
Lana Wachowski, Neo’nun dünyayı kurtarmak için dövüşmesi gibi izleyicilerin beklediği şeyi sunmak yerine daha kafa karıştırıcı bir yol izlemeyi tercih ediyor. Ne yazık ki, The Matrix: Resurrections, güncel mizahı bile takip edemez oluyor ve replikler hızla ilk filmden kuru alıntılara dönüşüyor. Bu film, ilk filmin taşıdığı duygusallığı es geçiyor. Sahip olduğu yeni karakterler filme dinamiklik katıyor ve filmin seyir zevkini yükseltiyor. Öyle ki, geri getirdiği karakterlerin ilgi çekiciliği üzücü bir şekilde yeni tanıştıklarımızın altında kalıyor. Orijinal film, pek çok şeyi değiştirecek nitelikte yenilikçiyken, bu film bir tekrar olmakla yetiniyor.
Bu filmin altını çizdiği şey, Matrix ve onu kontrol edip manipüle edebilen kişi kavramının ne kadar güçlü olduğu. Hatta o kadar güçlü ki, sistemin bu kişiyi nasıl sindireceğini bulması gerekiyor. Bunu yapmanın, onu önemsizleştirmekten, kahramanca bir efsaneyi şakaya dönüştürmekten daha kolay bir yolu var mı?
Resurrections, orijinal filmin mesajını bir adım öteye taşıyor. Zihnimizi özgürleştirmek yeterli değil. Aslında, etrafınızdakilerle bağlantı kurmazsanız ve onların da çıkarlarını gözetmezseniz, bu yaptığınızın hiçbir değeri yok. Eski Matrix filmleri, bize söylenen yalanlarla ilgiliydi. Yeni Matrix, bizim seçtiğimiz yalanlarla ilgili.
Bazı yönlerden, The Matrix Resurrections bir orta yaş aşk hikayesi olarak değerlendiriliyor. Sonra film aşina olduğumuz aksiyon sekanslarını tekrar ve tekrar kullanıyor. Bütün bunları yaparken, gerçekliğin aslında ne olduğunu tekrar izleyiciye sorgulatmaya çalışıyor. Tamamen yeni bir şey yapmaya cesaret edemiyor ve eski filmden kareleri hikayeye serpiştiriyor. Eskiye tam anlamıyla bağımlı olmak istemiyor, yeni jenerasyona hitap etmek için ilginç bir mizahtan faydalanıyor. Yani filmin kafası karışık. Ne olmak istediğine bir türlü karar veremiyor.
“Neyin gerçek olduğunu bilmiyorsak, nasıl direneceğiz?”
Seçim Bir İlüzyon
Hiçbir “Matrix” filmi, ilkinin güçlü sadeliğiyle boy ölçüşemez. Matrix, ilk filmden sonra bile bir devam filmine ihtiyaç duymuyordu. İlk filmin sonunda, Neo’nun yolculuğu aşağı yukarı sona ermişti. Bu nedenle, Wachowski’ler zorlu bir görevle karşı karşıya kalmıştı. Fakat yine de seyir zevki veren iki film daha çekip seriyi tamamlamışlardı.
Wachowski’lerin 2003’teki filmden sonra aslında başka bir Matrix filmi çekme niyetinde olmadığı iyi biliniyor. Kardeşler, Hollywood’un devam filmleri, hikayeye sıfırdan başlamaları ve uyarlamalarından hoşlanmadıklarını belirtmişlerdi. Bununla birlikte, Warner Bros, dördüncü filmi Ağustos 2019’da resmen duyurmuştu.
Film kendi içinde bile stüdyo zoruyla bu filmi yaptıklarını açıklıyor. Neo’nun bağlı olduğu şirket, Neo’yu Matrix oyununun dördüncüsü üzerinde çalışmaya zorluyor. Yönetmen olarak Lana Wachowski’ye dayatılan stüdyo baskısını filmin içinde de hoş bir anlatıyla görmüş oluyoruz. Filmdeki oyun geliştirme ekibi, hangi elementlerin önemli olduğunu ve Matrix’in gerçek anlamını tartışırken, sahnelerin yönetmenin kendi hayal kırıklıklarının yansımaları olduğunu idrak etmek zor olmuyor. Filmde de “sizinle ya da sizsiz, bu iş her türlü yapılacak” dayatması var. Yani Lana’nın filmi çekmekten başka çaresi kalmamışa benziyor.
Bazı ustaca dokunuşlarına rağmen, Lana, serinin özünü taşımayı başaramamış gibi görünüyor. İzleyiciler, Lana Wachowski’nin yönetmenliğe dönmesiyle, en azından ilk iki filmi harika yapan dövüş sahnelerinin görsel olarak göz kamaştırıcı ve sınırsız yaratıcılığını görmeyi umut ediyorlardı. Film, “Bullet Time” sekansı gibi ikonik hiçbir şey taşımıyor. Orijinal filmin tanınırlığına katkıda bulunmuş aksiyon sahnelerinin basit tekrarlarını sunmakla yetiniyor. Filmin çekilmesinin tek nedeni gelir akışını tekrar sağlamakmış gibi görünüyor.