Modern sinemada adından söz ettirmeye başlayan Robert Eggers’in yönetmenlik koltuğunda oturduğu The Northman 22 Nisan’da sinemaseverlerle buluştu. Son dönemde Netflix yapımı diziler Vikings Valhalla ve The Last Kingdom’ın yeni sezonları ile İskandinav temalı yapım açlığı bir nebze de olsa bastırılmış olan izleyicilerin merakla beklediği bu filmi sizler için inceledik.

The Northman’de kısaca babasına yapılanlar nedeniyle bir prensin intikam yemini sonrası peşinden gittiği davaya tanıklık ediyoruz. Hamlet’ten ve daha birçok yapımdan aşina olduğumuz klişe bir konuyu merkezine alarak izleyiciyi tatmin etme anlamında 1-0 geride başlayan film birçok yönüyle şimdiye kadar ki viking yapımlarından ayrılıyor. The Witch (2016) ve The Lighthouse (2019) yapımlarında düşük bütçe ile neler yapabileceğini kanıtlayan Eggers’in 90 milyon dolarlık bütçe harcanan The Northman ile izleyiciye sunacakları ciddi merak konusuydu. Hepimizin aşina olduğu klişe bir hikayeyi kendi tarzıyla harmanlayan Amerikalı yönetmen zor olanı başarmış diyebiliriz. Oyuncu kadrosu ile dikkatleri üzerine çeken yapımın başrolünde Vikings dizisinin sevilen karakteri Gustaf Skarsgård’ın (Floki) kardeşi Alexander Skarsgård yer alıyor. Usta oyuncular Ethan Hawke, Nicole Kidman ve Willem Dafoe’un yanısıra Queen’s Gambit dizisiyle dünya çapında ses getiren Anya Taylor-Joy’u bir 10. Yüzyıl karakteri canlandırırken izlemek büyük keyif.
*İNCELEME BU KISIMDAN İTİBAREN SPOİLER İÇERMEKTEDİR*
Film savaş dönüşü halkı ve ailesi tarafından coşkuyla karşılanan Kuzgun Kral Aurvandil’in (Ethan Hawke) karşılandığı sıcak bir sahne ile başlıyor. Sonrasında Kral ve küçük Prens Amleth’in kahin soytarı Heimir (Willem Dafoe) tarafından baba-oğul kutsandığı bir törene tanıklık ediyoruz. Film boyunca insan-hayvan-doğa ilişkisini ince bir çizgide götüren Eggers bu konuya birçok sahnede değiniyor. Kurtların spiritüel anlam ifade ettiği krallıkta gerçekleşen bu aykırı ritüel filmin en tüyler ürpertici sahnelerinden birisi.

Ritüelin gerçekleştiği mağaradan çıktıkları vakit Kral’ın kardeşi Fjölnir ve adamları tarafından kurulan pusuda Kral Aurvandil oğlunun gözleri önünde acımasızca katlediliyor. Kral’ın öldürülmesiyle tahta oturan kardeşi Fjölnir, benzer ilkel toplum ve kabilelerde kullanıldığı gibi Kral’ın eşi Kraliçe (Nicole Kidman) ile birlikteliğine devam ederek istediği gücü elde ediyor. Pusudan kayık yardımıyla kaçmayı başaran Prens Amleth o gün intikam yeminini ediyor; “Öcünü alacağım baba, seni kurtaracağım anne, seni öldüreceğim Fjölnir…”
Yıllar geçer ve Amleth (Alexander Skarsgård) Rusya’da köle ticareti yapan Kuzeyliler tarafından alıkonulur. Bu dönem karşılaştığı kahin Seeress’in (Björk) ona amcasını yanan bir ormanın içerisinde öldüreceğini ve İzlanda’ya gitmesi gerektiğini söylemesiyle Amleth’in rotası çizilir. Kaderinin sesini dinlemeye kararlı olan Amleth, her ne olursa olsun yolunu İzlanda’ya çıkaracak ve amcasını öldürecektir. Kölelerin Kiev, Konstantinopolis ve İzlanda’ya gönderileceği dağıtım gününde bir yolunu bulur ve İzlanda’ya giden tekneye kendini atar. Sevkiyat gemisinde Olga (Anya Taylor-Joy) ile tanışır ve ortak hedefleri onları yakınlaştırır.

Amcası Fjölnir, kardeşinden çaldığı krallığı çoktan kaybetmiş ve halkıyla birlikte İzlanda’ya kaçmak zorunda kalmış ucube bir kraldır. Burada oğulları ve eşi Kraliçe Gudrun ile hüküm sürmektedir. Amleth’in de dahil olduğu köle grubunun görev dağılımını yaparken Amleth’ten etkilenir ve ona özel yetkiler verir. Fakat bu aciz kölenin başına açacağı belalardan haberi yoktur. Köy halkının ve savaşçıların güvenini kazandıktan sonra vahşi suikast girişimleriyle Amleth’in intikam planı yavaş ama acı verici şekilde işlemeye başlar. Kral Fjörnir ve oğulları bu saldırıları kimin yaptığını araştırmakla meşgulken Amleth’in kimliğini ve amacını ilk öğrenecek kişi annesi Kraliçe Gudrun olur. Yıllar sonra annesiyle yüzleşen Amleth onu kurtarma planları yaparken hiç beklemediği bir karşılık bulur ve büyük hayal kırıklığına uğrar. Game of Thrones’tan da aşina olduğumuz ensest modeline bu sahnede anne oğul arasında tanıklık ediyoruz. Annesiyle tartışmasının verdiği sinirle Fjölnir’in büyük oğlu tahtın varisi Thorir’i yatağında öldürür ve kalbini söker. Bu hamle bardağı taşıran son damla olacaktır.
İşlerin çığrından çıkmasıyla Kral Fjölnir bütün yaşananların sorumlusunu aramaya koyulur. Tam sorgu sırası Anya’ya geldiği sırada ortaya çıkarak kimliğini açıklayan Amleth amcasına ilk meydan okumasını yapar. Çoğunluğa karşı koyamayan Amleth esir düşer ve yüzleşme için ahırda bağlı şekilde bekletilirken kaderin yön verdiği kargaların yardımıyla çözülerek kaçmayı başarır. Tanıştıkları andan itibaren birlikte kaçma planı yaptıkları Slav kızı Anya ile kendilerini bir tekneye atarlar. Teknede gelecek hakkında konuşurken Amleth, Anya ile ruhani bağlarını kullanarak kendisinin iki erkek bebek (Krallığın varisleri) doğuracağını öğrenir. Bunu öğrenen Amleth ne olursa olsun intikamını almadan hayatına devam etmesinin anlamsız olacağına karar kılar ve tekneden ayrılarak İzlanda’ya geri döner.
İntikam için amcasını aramaya koyulan Amleth bu sırada annesi ve tahtın küçük varisi tarafından saldırıya uğrayınca onları öldürmek zorunda kalır. Eşinin ve tek çocuğunun ölüsünün yerde yattığı kulübeye giren Kral Fjölnir soğukkanlı bir tavırla cesetleri enselerinden tutarak götürür ve Amleth’e onunla cehennemin kapılarında yüzleşeceğini söyler ve oradan ayrılır. Son sahnede filmin başından beri merakla beklediğimiz Fjölnir ve Amleth’in epik düellosuna tanıklık ediyoruz. Filmin genelinde vasat olan savaş sahnelerine kıyasla bu düello çıtayı yukarı taşıyor. Lavların doldurduğu karanlık ve dumanlı bu muhteşem atmosfer, sahneyi izlemesi enfes bir şölene çeviriyor. Konusu gereği klişe kalıbına sıkışmak üzere olan The Northman finalinde ana karakterini destansı bir şekilde öldürerek harika bir ters köşe yapıyor. Fjölnir ve Amleth’in destansı bir şekilde birbirlerini öldürdüğü sahne sonrası Amleth’in gözünden Valhalla’nın kapılarına gidişi izliyoruz. Bu sahne; gerek intikamını almış Amleth’in ölürken yüzündeki tebessümü gerekse her Viking temalı yapımda bahsi geçen “Savaşta ölen Viking’in Valhalla’ya gidişi” kavramının fiziksel olarak tasvir edilmesiyle şahsen bizi inanılmaz tatmin etti.

Sanatsal bağlamda filmlerinde çok boyutlu enstantaneler gördüğümüz yönetmen Robert Eggers’in ortaya vahşi bir sanat filmi çıkardığını söyleyebiliriz. Sinematografik anlamda muhteşem bir yapım olması bizleri şaşırtmadı. Filmin görüntü yönetmeni Jarin Blaschke için ayrı bir parantez açmak gerek. Böylesine şiddet ögeleri barındıran bir filmde sahnelerin neredeyse %90’ının tek bir kat olmadan çekilmiş olması teknik anlamda imkansıza yakının mümkün edildiğinin bir başka kanıtı. Plan sekansları ve yerinde kullanılan yakın yüz çekimleri sıradan bir yapımda karşılaşabileceğimiz türden değil. Ayrıca İngilizce’nin yanı sıra nadir de olsa kullanılan Eski Norveçce dili filmin mitolojik havasına önemli katkıda bulunuyor. Film boyunca “Viking” kelimesinin tek bir replikte bile kullanılmamış olması yönetmen Eggers’in Vikings karşılaştırması yapılmaması adına yaptığı açıklamasıyla paralel bir karar diyebiliriz. Filmin atmosferi sağlanırken kullanılan müzikler ve karanlık renk paleti İzlanda doğası ve 10. Yüzyıl İskandinavya’sı ile birleşince geriye keyfini çıkarmak kalıyor. Örnek olarak Amleth’in teknede tayfa ile birlikte kürek çektiği bir sahnede kullanılan müzik ve kamera açıları sizde orada olma isteği uyandırıyor (köle olarak olsa bile…)
Sonuç olarak Robert Eggers imzalı yapım geniş bir izleyici kitlesine hitap etmiyor ve bu anlamda gişede çakılması normal karşılanabilir. Yapılan olumsuz yorumların aksine The Northman kesinlikle sinemada deneyimlemeniz gereken bir film olmuş. Eğer Orta Çağ temalı, fantastik-mitolojik ögeler barındıran yapımlardan keyif alıyorsanız vizyondan kalkmadan önce bu yapımı izleyerek kendinizi 2 saatliğine soğuk ama öyle çok da üşütmeyen bir dünyada bulabilirsiniz!