Hayat çoğu canlının bakış açısına bağlı olarak ya çok iyi ya da çok trajiktir. Bu nedenle insan, normlarıyla tanımlanamayacak kadar spontane ve özgün bir canlıdır. Toplum ile dayanışma halinde olmadığı zamanlarda bireyleşir. Bu bağlamda kelime anlamının özgürleşmek olduğunu düşünsek de bireyselleşme dürtüsü oldukça yoğunlaşır. Bireyselleşen toplumlarda ise insan, özgürlüğünün seyrindeyken toplumdan dışlanmış olacak ve bütünleşememiş hissedecektir. Bu nedenle de güçlü kalamayacaktır. Ancak insanın doğasında var olan hisler ve düşünceler geçmişten bu yana bireyselliğin tam da tezat halini sergiliyor. Biz de bu yazımızda toplum olmanın hislerle olan bağlantısına yakından baktık.
İnsan

Yaşamımız boyunca varsayımların olduğu bir evrende yaşarız. Bizi hayvanlardan ayıran temel şeylerden biri planlayabilme kabiliyeti getiren zekamızdır. Bu zekanın getirdiği ruhani hissiyat ile hissedilen benliği oluşturmanın tek yolu özgürlük ve bilinçtir. İnsanlar bunu zamanla öğrenmişlerdir. Yaradılıştan bu yana, varlığını çevrelerine sürekli hissettirmek için ve en belirgin halleriyle dikkat çekerek yaşamışlardır.
Gerçeğin Diğer Yüzü: Epopeler

14. yüzyılına yer etmiş Epopeler‘de, göç ya da savaş gibi toplumsal birçok konu işlenmiş hatta literatürde de yer almıştır. Epopeler’de insanlığa ait yaşam yaratan yaratıcılar, yer ve gökteki bütün canlıları telef ederler. Bu sayede de yaratıcı güç; tüm canlılığa dilediği gibi zarar veren, öldüren ve dirilten bir güç haline gelir. İnsanoğlu da bu destansı yaşamın yaratıcısı haline gelmiştir. Dolayısıyla da toplumlar farazi olarak gelişen öğretilmiş davranışları, becerileri veya modellerini kullanarak olasılık, belirsizlik gibi kural olarak benimsenmiş normlarla başa çıkmaya çalışmışlardır. Örneklendirecek olursak yakın çevreleriyle iletişimleri oldukça samimi ve sürdürülebilirken kendilerine yabancı olan her türlü canlıyı ve nesneyi saf dışı bırakmışlar diyebiliriz. Bu davranışlar zamanla kurallar silsilesine bürünmüş ve yaradılıştan bu yana süregelmiştir.
Antik Roma’da Ailenin Oluşumu

M.Ö. 180’de Roma İmparatorluğu Döneminde Romalıların benimseyerek yaşattığı bir fikir vardı. Bu fikrin adı Romanitas’tı. Amaçladıkları ise ”romalı olma’’ yani bulundukları yerle özdeşleşme, ait hissetmekti.
Romanitas binlerce yıllık farklı gelenekleri bulunan toplumları bir arada tutan hislerdi. Bu kavram Antik Çağların neredeyse tüm dönemlerinde benimsenmiş, ders niteliğinde öğretilmiş ve toplumların gelişmesine rol model olmuştu. Bu dönemin savunucusu ve kurtarıcısı Kral Marcus Aurelius ‘tu. İmparatorluğa iyi bir lider olarak adını yazdıran Stoa felsefesinin öncüsü Kral Marcus Aurelius’un, kıtaya yayılan her biri bağımsız onlarca toplumu bir arada tutabilmesinin nedeni; insanlara eşit yaklaşımı ve adalet duygusunu fazlaca hissettirebilmesiydi. Bu sayede göçler yerini yerleşik hayata bırakmış aile kavramının oluşmasında önemli adımlardan biri olmayı başarmıştı. Klanlar, devletler, ülkeler hatta kıtalar bile bu durumdan etkilenmişti. Marcus’un bu stoacılığından yola çıkacak olursak aileyi oluşturan etkenlerin sadece standartlarda dayatılan biyolojik aile kavramı değil, birbirini koruma güdüsünü derinlerde yaşayan toplumlar olduğunu görebiliriz. Ancak bunların sürdürülebilir olması insanoğlunun hislerindedir. Hisler algıyı besler ve değiştirir. En sonunda da şekillendirerek hayatta kalmayı sağlar.
Hisler

Sürekli değişen dünyada aslında hiç değişmeyen hisler ve duygulardır. Bunların sürdürülmesi ise geçmişten geleceğe açılan kapı niteliğinde diyebiliriz. Beslenme ve barınma gibi temel ihtiyaçlarımızı ve neslimizi devam ettirebilmek için toplumdan öğrenilen bilgilerin ve davranışların etkisi oldukça önemlidir. Bunun yanı sıra araştırmalar bu gibi süreçlerde hormonların da önemli rol oynadığını, çekim gücünün sadece güce ve kurallara bağlı olmadığını, insanların bilinçaltına inerek istenileni elde edebileceğimizi ve manipüle edebileceğimizi gösteriyor.
İnsanın Anlam Arayışı

Topluluk arayışındaysak toplumların algılarını, bu toplulukta bağ kurmak istiyorsak da gözlemlerde ve hislerde yanılmadığımızı bilmek isteriz. Ancak bu sayede gücü hissedebiliriz ve güçlü nesiller yetiştirebiliriz. Toplumdaki anlaşmazlıkları daha çözülür hale getirerek birbirimize olan bağları güçlendirebiliriz. Bu nedenle bağlılık ve dayanışmanın korunarak süregelmesi, kültürleri ve dünyayı ayakta tutabilmek için vazgeçilmezdir.
İnsanlar özellikle yerleşik hayata geçtikten sonra iletişimin önemini ve bunun getirdiği dayanışmayı, geleceği düşünebilmeyi ve planlayabilmeyi daha iyi fark edebilmişlerdir. Temel sorunları birlik olmanın getirdiği konfor ve nesillerce aktarımlar yapmayı sağlayan dil yetenekleri, toplayıcılıktan sonra üretiyor olmak gibi faktörleri doğurmuştur. Topluluk ve aile kavramıyla aktarılanlar kültür yaratmaya ve zihni daha farklı konularda aktifleştirecek olan sanat, inançlar veya yaşam hakkındaki fikirler gibi zihinsel gelişimimizde bizleri ayıracak olan atılımlara yol açmıştır. Bu süreçlerden sonra insanlığın varlığı için çok kısa olan bir sürede yaptığımız atılımlar ve toplumların da teknoloji ve sosyolojinin gelişmesi sayesinde birleşmesi ilerleyen yıllarda kim bilir bizlere neler gösterecek?
Kaynakça
Williams, Raymond. Kültür ve Toplum. İletişim Yayınları, 2024.
Filozof İmparator: Marcus Aurelius Belgeseli. YouTube, 5 Ocak 2025. Web
Bulut, Yücel. Sosyalleşme/Toplumsallaşma. TÜBİTAK Bilim ve Toplum Başkanlığı Popüler Bilim Yayınları. Web
Kapak görseli: Pexels