Veba adlı roman 1947’de yayımlandığında savaş sonrası Avrupa çevrelerinde oldukça ün kazanmıştır. Karakterlerin gazeteci, doktor ve rahip olduğu bu kitapta vebanın uyanışı sırasında insanlığın değişik şekillerde yüz yüze gelmeleri kitabın içindeki derslerden sadece biridir.
Roman, her şeyde bir esrarengiz normallik hüküm sürerken başlar. Romanda olaylar, ‘Rieux’ isimli bir doktorun gözünden anlatılır.(Camus’un kendisinin bir versiyonu gibidir bu karakter.) ‘Oran adlı şehir sıradan bir şehirdir’ der Albert Camus. Bireyleri para merkezli yoğun ve doğallığını yitirmiş hayatlarını sürdürürlerken hayatta olduklarının az çok farkındadırlar. Ardından, korkunç günler tüm ihtişamıyla ve hızıyla gelir. Dr. Rieux bir ölü fareyle karşılaşır. Arkasından bir diğeriyle ve diğerleriyle. Çok geçmeden binlerce gizemli fare ölümleri şehrin her yanına yayılır. Rastlanan bu fareler burnu kanamış bir biçimde can vermişlerdir.
Bu ölümlerden dolayı başlangıçta tüm şehir rahatlayarak derin bir nefes almıştır ancak Dr. Rieux bunların bir devamı olacağından şüphelenir. Vebanın yapısı ve hayvanlardan insanlara bulaşan hastalıklar hakkında yeterince yazı okuduğundan adeta bir tehlikenin yaklaşmakta olduğunun farkındadır. Oran kentinde salgın yayıldıkça korku ve dehşetle birlikte virüs kendisini şehirden şehire taşımaktadır.
Bu kitabı yazabilmek için Camus kendisini Veba hakkında bilgi veren birçok kitap okur. Veba hastalığının 14. yüzyılın Avrupa’sında 50 milyondan fazla insanı; İtalya’da 1629 yılında 280,000; 18. yüzyılda Çin’in Doğu kıyısındaki şehirleri talan edişi hakkında birçok kitap okur.
Bu kentteki insanlar vebayı geçmiş çağlara özgü bir şeymiş gibi görürler; onlar telefonlarıyla, uçakları ve gazeteleriyle modern insanlardır. Kendilerini 17.yüzyılın Londra’sında olduğu gibi bir duruma gelmeyeceklerine inandırmışlardır. ‘‘Bu veba olamaz, onun yok olup gittiğini herkes bilir.’’ der kitapta karakterlerden biri. ‘’Evet, ölümün kendisi dışında herkes biliyor.’’ diyerek acı bir şekilde yanıtlar Camus.
Camus’a göre ölüm söz konusu olduğu zaman tarihte hiçbir ilerleme yoktur, kırılganlığımızdan kaçınmanın hiçbir yolu yoktur. Veba, aniden gelip hayatlarımızın anlamını oldukça değiştirebilecek bir hadisedir. Aslında Camus tek ve dar anlamıyla bir veba türü hakkında yazmayı amaçlamamıştır. Öne sürdüğü şekilde, son zamanlardaki Fransa’daki Nazi işgalinin metaforik bir anlatımı olabilir kitap. Camus’a göre her birimiz bilinmez ve sessiz görünmez bir hastalık şeklinde her an içimizden birini yok edecek, öldürecek, hayatlarımızı mahvedecek şekilde bir tür vebayı yaşamaktayız. Öyle ki, bizler rastlantısal bir şekilde bir çubuksu bakteri veya içimizdeki bazı bireylerin eylemleri tarafından yok edilmeye karşı savunmasızız.
Camus’un tanımlamasıyla hayatlarımız ‘absürt’ şekilde salgın hastalıklara maruz kalmanın sınırındadır. Absürt kelimesi burada dar ve basit anlamıyla anlaşılmamalıdır. Bu daha çok, bir yandan özgürleştiren yönüyle trajikomik bir tanım olarak gelir karşımıza. Yaşamın bu ‘saçma’lığı nedeniyle anlam arayışının gereksizliği özgürleştirir bireyi. Tıpkı Oran şehrinin vebadan önceki yaşamı gibi; insanlar, Camus’un nefretle tanımladığı tarzda, taşlaşmış kalplerle, statü takıntılarıyla, neşenin yok sayıldığı hatta yargılandığı hayatlarını sanki ölümsüzlükle ödüllendirilmiş gibi yaşarlar.
Salgın hastalıklar oldukça yaygındır; dünyada birçok veba türü yaşanmıştır. Türlü türlü savaşlar yaşandığı gibi, salgın hastalıklar da savaşlar da insanları eşit derecede hazırlıksız yakalar. Ne zaman bir savaş olsa insanlar ‘Uzun sürmeyecektir, bu çok saçma.’ derler ancak dedikleri savaşların sürmesini engelleyemez. Oran’daki insanlar vebaya rağmen gündelik hayatlarına devam etmişler, geziler düzenlemeyi ve planlar yapmayı sürdürmüşlerdir. ‘Veba neden geleceklerini, yolculuklarını engellesin?’ diye düşünmüşler, kendilerini özgür olduklarını inandırırmışlar ancak savaş, salgın hastalık ya da kıtlık hüküm sürdükçe kimse özgür kalamamıştır.
Kitap bizi paniğe sürüklemeye çalışmaz, çünkü panik bizlerin kısa süreli olan bir tehlikeye verdiğimiz karşılıktır ki nihayetinde güvende olduğumuzda bu duygu yok olur. Ancak aslında hiçbir zaman tamamen güvende değilizdir, bu nedenle birbirimizi sevmeli ve sıkıntıları iyileştirebilmek için umut ya da çaresizliğe kapılmaksızın çalışmalıyız. Bu yönüyle Veba, hayata karşı takınılması gereken tutumu anlatır ve hayatı betimler. Ancak Camus bu absürtlüğe karşı çözümün umutsuzluk olmadığını; asıl başkaldırının intiharla değil hayatta kalıp onunla savaşmakla mümkün olabileceğini de vurgular Sisifos Söyleni adlı eserinde.
Kitapta veba hastalığı yayılırken, Katolik bir papaz şehrin meydanında bir vaaz verir ve bu salgının Tanrı’nın bir gazabı, cezalandırması olduğunu söyler. Ancak kitabın kahramanın Dr. Rieux bu yaklaşıma katılmakta gönülsüzdür. Bu, evrenin etik olduğuna inanmaktır ve Dr. Rieux hastanede küçücük çocukların ölümlerine şahit olduğundan buna inanmaz. Ona göre acı ve keder rastlantısal şekilde dağıtılır ve tamamen absürttür ve bu bunu açıklamanın en kibar şeklidir. Doktor yorulma nedir bilmeksizin çalışır ölüme karşı ve acı çekenlerin acısını azaltmaya çabalar. Ancak o bir ‘aziz’ değildir. Kitabın en dikkat çekici cümlelerinden birinde Camus; ‘Bu kahramanlıkla değil ahlaklı olmakla ilgilidir.’ der. Vebayla uğraşmanın tek yolu ahlaklı bir biçimde çabalamaktır. Karakterlerden biri Rieux’a sorar ‘Nedir bu ‘ahlaklılık?’ Beklenmedik ve anlamlı bir biçimde yanıtlar doktor; ‘Bunu bilemem, ancak benim durumumda bu, işini yapmak anlamına gelir’ der.
Hayatı katlanmaya değer kılan nedir? Karakterimiz Dr. Rieux doğanın, dansın ve sevginin değerini bilir; çiçekleri koklamaya, güneşin batışı izlemeye oldukça düşkündür-tıpkı Camus gibi- kendisini sonsuz bir ihtişamla saran denizde, dalgalara bırakmaya ve yüzmeye bayılır.
Bir yıl kadar sonra veba yavaş yavaş azalmaya başlar. Şehirde kutlamalar yapılır, bu acının sonudur, olağanlık geri gelebilir. Ancak Camus böyle düşünmez, daima bir başkası gelecektir. Bu durum kroniktir ve kesin bir galibiyet değildir. Bu, olsa olsa ‘ne yapılabilir?’in ve ‘ne yapılmalıdır?’ın bir kaydı olabilir. Veba bakterisi asla tamamen ölmez ya da yok olmaz, yüzyıllarca odada, kilerde, eski kağıtlarda sabırla uykuda bekleyebilir.
Camus mucizevi bir şekilde geleceği görebilen bir kahin değildir. O yalnızca insan doğasını doğru şekilde ölçüp biçebilen ve bizlerin absürt ve temel kırılganlığını anlayabilmiş biridir.
Kaynakça:
Albert Camus: Veba