Turgut Uyar ikinci yeni akımının önemli şairlerinden biridir. Yazdığı ilk şiirlerinde kişisel hayatını, aşk, ölüm, ayrılık, tolumsal adaletsizlik, doğa, yaşamla mücadele, kimlik arayışı, yabancılaşma gibi temaları işlemiştir. Sonraki yıllarda ise eserlerinde toplumu ve toplum ile çatışma içerisinde olan insanları ele almıştır. Uyar, doğa aşığı bir insandır. Şiirlerinde doğaya olan sevgisine sıkça yer verir. Hatta doğa ve kent çatışması da onun dizlerinde yer edinir. Kendisi kentte yaşayan ama doğaya özlem duyan biridir. Geyikli Gece eseri, doğa kent çatışmasını en iyi anlatan şiirlerinden biridir. Şair dizelerinde Geyikli Gece unsurunu doğanın güzelliğini huzur ve mutluluğuna çağrışım yapmıştır. Turgut Uyar, şehirden, insan-kent gürültüsünden uzak doğayla iç içe bir yaşam sürmeyi hayal etmiştir.

Yazarın kullandığı imgeler ve semboller onun şiirlerine derin anlamlar katmıştır. Okuyucunun şiiri daha iyi anlamasını ve ondan daha fazla keyif almasını sağlamıştır. Turgut Uyar’ın kişiliği hakkında biraz bahsedecek olursak içe dönük, yalnız ve melankolik bir kişiliğe de sahiptir. Bu özelliğini şiirlerindeki dizelerde sıkça görmekteyiz. Şairin aynı zamanda empati yeteneği de yüksektir. İnsanların acılarına ve mutluluklarına karşı duyarlıdır. Aynı şekilde şiirlerinde de bu duyarlılığı yansıtmıştır.
Peki bunları göz önünde bulundurduğumuzda şu an yaşıyor olsaydı hangi filmleri izleyip beğenirdi hiç düşündünüz mü? Gelin, birlikte Turgut Uyar Yaşıyor Olsaydı Hangi Filmleri Önerirdi hayal edelim.
Yaşlı Adam ve Deniz (1958)
Yaşlı Adam ve Deniz, ünlü yazar Ernest Hemingway‘in aynı isimli romanından uyarlanan 1958 yapımı dram/macera konu başlıklı Amerikan filmidir. Başrolünde Spencer Tracy Santiago adında Kübalı bir balıkçı yer almaktadır. Film, Santiago’nun 84 gündür balık tutamaması ve sonrasında da 85. gününde büyük bir kılıç balığı yakalamasının hikayesini anlatmaktadır. Film aynı zamanda Santiago’nun geçmişine ve denizle olan derin bağına odaklanıyor.
Geçmişte yaşadığı anıları, başarıları ve hayal kırıklarını düşünerek Santiago’nun kendi içinde verdiği içsel çatışmalarını da gözler önüne seriyor. Filmde doğanın görsel şöleni de izleyiciyi cezbediyor. Karakterin denizle kurduğu bağ, doğanın insan yaşamındaki yerini vurguluyor. Turgut Uyar neden bu filmi beğenirdi sorusunun cevabına gelicek olursak kitabın insan ruhunun gücünü ve yenilgiye boyun eğmeyen kişiliğini tasvir etmesi yazarı oldukça cezbederdi. Turgut Uyar’ın doğa sevgisi ve yaşamla mücadele temaları bu filmde de yer edindiği için yazarın hoşuna gidebileceğini düşünüyoruz.
Kış Uykusu (2014)

Bu film Nuri Bilge Ceylan‘ın yönetmenliğinde, Orta Anadolu’da geçen derin anlamlı bir dram hikayesidir. Bu film kış mevsiminde Kapadokya’da çekilmiş ve bizlere muhteşem bir atmosfer sunmuştur. Filmin bazı kısımları Anton Çehov‘un Karım ve İyi İnsanlar adlı öykülerine dayanmakta. Hikaye üç ana karakter etrafında toplanıyor: Aydın, Aydın’ın eşi Nihal ve kız kardeşi Necla. Haluk Bilginer, Aydın karakterine hayat veriyor. Aydın emekli bir aktör olmanın yanı sıra bir otel sahibi.
Başroldeki bu üç karakterin bazen kendileriyle bazen de birbirleriyle çatışmalarını izliyoruz. Necla, Aydın’da kusur bulup onu eleştirirken, Nihal de aynı şekilde Necla’nın geçmişi hakkında yaralarını deşmekte. Aydın ile Nihal arasında ise sürekli sonuca varılmayan bir tartışma yaşanmakta. Hepsinin birbirleriye verdiği savaşta haklı veya haksız bulunmuyor. Olaylara kendi penceresinden bakıldığında hepsinin haklılık payı var. Aydın’a yapılan eleştirilerin çoğu kendi gibi davranmadığıdır.
Filmde dikkat çekilen ayna sahneleri aslında izleyici gerçek Aydın’ı göremiyor. Sadece başkalarına benzemeye çalışan, başka biri gibi olan Aydın’ı görüyor. Film içerisinde kendisiyle çatışan tek karakter Aydın değil. Necla ve Nihal de kendilerini ait olduğu yerde hissetmedikleri için bunalım yaşamakta. Kısaca film karakterlerin içsel çatışmalarını, geçmişle yüzleşmelerini derin diyaloglar aracılığla izleyiciye yansıtıyor. Bu film Turgut Uyar‘ın eserlerindeki insan psikolojisi ve toplumsal çatışmalarla paralellik gösteriyor. Bu sebepten ötürü şairin bu filmi sevebileceğini düşünüyoruz.
Father (2020)

The Father, 2020 yapımı bir dram filmi ve izliyeciye gerçekten duygusal bir deneyim sunuyor. Yönetmenliğini Florian Zeller‘ın üstlendiği bu filmde, Anthony Hopkins ve Olivia Colman harika bir performans sergiliyorlar. Hikaye, Alzheimer hastalığıyla mücadele eden bir adamın yaşamına odaklanıyor. Anthony Hopkins‘in canlandırdığı karakter sayesinde, izleyici olayları onun gözünden deneyimleme şansı buluyor. Bu da gerçeğin nasıl göreceli olduğunu bizlere düşündürüyor.
Zamanın ve mekanın kafa karıştırıcı etkisi, karakterin zorluklarını daha derinden hissetmemize olanak tanıyor. Film, sadece oyunculuk performanslarıyla değil, aynı zamanda hikayenin anlatımıyla da öne çıkıyor. Alzheimer hastalığıyla mücadele eden insanların ve ailelerinin duygusal yolculuğunu etkileyici bir şekilde aktarıyor.
Aynı zamanda, gerçeklikle anılar arasındaki ince çizgiyi düşündürerek izleyiciyi derinden etkiliyor. “The Father,” insan zihninin karmaşıklığını ve Alzheimer hastalığının getirdiği zorlukları samimi bir şekilde işleyen bir film olarak karşımıza çıkıyor. Filmdeki duygusal derinlik, insan psikolojisinin karmaşıklığı ve gerçeğin kişisel deneyim üzerinden nasıl şekillendiği gibi unsurlar, Uyar’ın edebi yaklaşımına benzerlik taşıyabilir. Dolayısıyla, Uyar‘ın bu filmi sevebileceği düşünülebilir.
Hayat Ağacı (2011)
Hayat Ağacı, Terrence Malick‘in 2011 yapımı başyapıtı, izleyiciyi sadece bir hikayeye değil, insanın varoluşu ve evrenle kurduğu karmaşık ilişkilere dair derin bir düşünsel yolculuğa çıkarıyor. Film, Jack’in çocukluk anıları üzerinden ilerlerken, zaman ve anlam kavramları arasında özgürce geziniyor. Bu yolculuk, sadece ailenin iç dinamiklerini değil, aynı zamanda evrenin derinliklerine yönelik düşünsel bir yolculuğa dönüşüyor. Malick, görsel anlatımını kullanarak seyirciyi soyut düşünce ve metafizik soruların içine çeker, onları evrenin sonsuzluğunda kaybolmuş gibi hissettiriyor.
Jack’in çocukluktan yetişkinliğe geçişindeki karmaşıklık, seyirciye yaşamın karmaşıklığını sorgulatır. Anlam arayışı, aile bağları ve insanın evrenle kurduğu ilişki, filmde işlenen temel temalar arasındadır. Malick’in filmi, sadece anlatısal bir yapıya değil, aynı zamanda görsel ve işitsel bir deneyime dönüşür. “Hayat Ağacı”, sinemanın sınırlarını zorlayan bir başyapıt olarak öne çıkıyor. Malick’in estetik anlatımı, evrenin gizemlerine ve insanın içsel dünyasına dair derinlemesine bir anlayış sunarken, seyirciyi düşündürmeye ve duygusal bir yolculuğa çıkarmaya davet ediyor. Bu film, izleyiciye sadece izlemekle kalmayıp, düşünmeye ve hissetmeye dair bir deneyim sunuyor.
Turgut Uyar‘ın özgün ve derin şairliği, doğayla, insanın varoluşuyla ve evrenle ilgili temel sorulara duyduğu ilgiyle bilinir. Hayat Ağacı filminde Uyar’ın eserlerinde sıkça gördüğümüz temalar arasında doğanın güzellikleri, insanın içsel dünyası, zamanın geçişi ve evrenin anlamı bulunur. Hayat Ağacı, bu temaları film dilinde işleyerek seyirciyi derin düşünceye sevk eder. Uyar, filmdeki estetik ve sembolik unsurları takdir edebilirdi çünkü bu unsurlar, sanatın ve doğanın birleşiminden doğan zengin bir deneyimi yansıtmıştır.
Aguirre, Tanrının Gazabı (1972)
Aguirre, Tanrının Gazabı, Werner Herzog‘un iddialı bir yönetmenlik örneği olarak öne çıkıyor. Film, 16. yüzyılda Amazon ormanlarında geçen gerçek bir hikayeye dayanıyor. Don Lope de Aguirre liderliğindeki İspanyol kaşifler, zorlu doğa koşulları ve sıra dışı olaylarla dolu bir yolculuğa çıkıyorlar. Film, doğanın vahşi güzelliği ve kaşiflerin çaresizliği arasında ince bir denge kurarak, etkileyici bir atmosfer oluşturuyor.
Aguirre karakteri, Herzog’un görsel anlatımında belirginleşen çılgınlık ve güç arzusunun simgesi haline geliyor. Yönetmen, Aguirre’nin içsel çatışmalarını ve kaotik düşüncelerini seyirciye işlerken, güç arzusunun insan psikolojisi üzerindeki yıkıcı etkilerini vurguluyor. Sonuç olarak, “Aguirre, Tanrının Gazabı,” sadece tarihi bir olayı değil, aynı zamanda insan doğasının karmaşıklığını ve doğanın acımasızlığını keşfeden bir sinematik şaheser olarak öne çıkıyor. Herzog’un yönetmenlik becerisi, filmi sadece izlenecek bir hikayeden öte, unutulmaz bir sinematik deneyime dönüştürüyor.
Uyar‘ın şiirlerinde sıkça rastlanan doğa, insanın iç dünyası ve varoluşsal sorular, Herzog’un filmiyle paralellik taşıyabilir. Filmdeki görsel anlatım ve içsel çatışmalar, Uyar’ın eserlerindeki lirizmi ve derinliği yansıtabilir. Bu yüzden bu filmi de sevebileceğini düşünüyoruz.
Turgut Uyar‘ın duygusal zenginliği ve estetik bakış açısı, sinemanın büyülü dünyasında izleyiciye yeni bir perspektif sunmaya devam ederdi. Onun şiirsel dilinden beslenen sinema önerileri, izleyenleri derin düşüncelere ve duygusal bir keşfe davet ederdi. Uyar’ın gözünden bakılan bu filmler, estetik güzellikleriyle, evrenin sırlarına dair düşünceleriyle ve insanın varoluşuyla ilgili temaları işleyerek, sanatın eşsiz bir birleşimini sunar. İzleyiciler, Turgut Uyar’ın önerdiği filmlerde, hem duygusal bir yolculuğa çıkmanın hem de düşünsel bir serüvenin tadını çıkarabilirlerdi.
Kaynakça
Epigraf “Geyikli Gece” 19.01.2024