Bugün, Türkçeyi nasıl kullandığımız üzerine düşünelim. Dil, yalnızca bir iletişim aracı değil; aynı zamanda bir milletin hafızasıdır. Peki, Cumhuriyet dönemiyle birlikte yapılan dil reformları olmasaydı, bugün yazılanları, kitapları, hatta günlük metinleri anlamak bizler için bu kadar kolay olur muydu? Gelin, Türk dilinin Cumhuriyet’le başlayan köklü değişim ve dönüşüm serüvenine birlikte yolculuk edelim.
Dilin Ortaya Çıkışı

Dilin nasıl oluştuğu kesin olarak bilinmemekle birlikte, insan yaşamının dili nasıl geliştirdiği konusunda birçok teori mevcuttur. Doğanın sesinin taklidiyle oluşan yansıma teorisinde ilk insanların, çevresindeki sesleri taklit ederek ilkel dilleri oluşturdukları tahmin edilmiştir. Bir diğer teori olan, ünlem teorisinde de ilk insanın korkularını, acılarını, sevinçlerini, ruh hallerini dışa vuran sesleriyle dil oluşumu açıklanmaya çalışılmıştır. Dil oluşumu ve gelişimi açısından Türk milletini de bu teorilere ortak eden bir yaklaşım da “Güneş dil teorisi“dir.
Güneş Dil Teorisi Nedir?

Güneş Dil Teorisi, dünyadaki bütün dillerin kelime köklerinde Türkçe köklerin bulunduğunu iddia eden bir “köken dil” teorisidir. Bu teoriye göre ilk insan totem olarak gördüğü Güneş’i anlamladırmaya çalışmış, homurtu ve ünlemlerle zorlanmadan çıkarabildiği “a” sesini uzatarak “ağ” sesine dönüştürmüş ve böylelikle bu ses dilin anlamlı ilk birimi olarak ortaya çıkmıştır. “Ağ” sesi insanın güneşe verdiği ilk isimdir ve zamana bağlı olarak bu ses, yeni seslerin ve bu seslere bağlı yeni anlamların türemesiyle gelişerek dünyadaki dilleri oluşturmuştur. Teoriye göre bu ilk sesi çıkarıp güneşe ad veren insan Orta Asya menşeli Türk’tür.
Dilde Modernleşme Dönemi

Osmanlı Devleti’nden Türkiye Cumhuriyeti dönemine geçiş sürecinde, Türk modernleşme çalışmaları, her alanda olduğu gibi kullanılan dil anlayışını da etkilemiştir. Harf İnkılabıyla sonuçlanan bu değişimde, dilde sadeleşme ve alfabenin ıslahı çalışmaları önemli bir yer tutar. Değişen dil anlayışının temelinde; Osmanlı Devleti’nde mektep ve medreselerde öğretim dilinin Arapça; günlük hayatta geçerli dilin Türkçe ve alfabede ise Arapça ve Farsça harflerden oluşan Osmanlı Türkçesinin kullanılmasının dil öğrenimi üzerinde oluşturduğu zorluklar yatar. Arap harflerinin Türkçe diline uygun olmaması, okuma yazma oranlarının düşüklüğü, dilin halktan kopuk hale gelmesi nedenleriyle dilin kullanımı, dönem dönem tartışma konusu olmuştur.
19. yüzyılda Münif Paşa gibi aydınlar ve Mirza Fethali Ahundzade gibi düşünürler, Arap harflerinin Türkçe kelimeleri yazmak için elverişli olmadığını düşünmüşlerdir. Hatta öyle ki, Mirza Fethali Ahundzade tarafından 1863 yılında Arap harflerinin ıslahı konusunda dönemin sadrazamına bir rapor sunulmuştur. Bu kapsamda, Cemiyet-i İlmiye-i Osmaniye’de yapılan bu görüşmelerde, Arap harflerinin Türkçeyi yazmaya elverişli olmadığı ve ıslah edilmesi gerektiği benimsenmekle birlikte gerçekleştirilmesindeki büyük zorluklar nedeniyle kabulünün imkansız olduğuna karar verilmiştir.
Tanzimat dönemi aydınları da alfabe ıslahı konusuyla ilgilenmişlerdir. 1860’larda gazetelerin ortaya çıkması; okur-yazar sayısını artırma ve eğitimle ilgilenme ihtiyacını doğurmuştur. Dönemin gazeteci yazarlarından biri olan Şinasi işin pratik zorluğunu bilen kişilerden biri olarak 1869’da bu konuyu ele almış, Arap harfleriyle nesih ve kafi denilen yazı çeşitleri karması bir tür geliştirerek kendi matbaasında eserlerini bu şekilde bastırmıştır.
II. Meşrutiyet’in ilanıyla Arap alfabesinin Türk fonetiğine uyacak şekilde ıslahı, “Arap harflerinin ayrık yazılması ve bunlara sesli harfler eklenmesi,” veya “Doğrudan doğruya Latin alfabesini alma,” yaklaşımları ile tartışma konusu olmuştur. Bu tartışmaların neticesinde harfleri ve imlayı ıslah etme yönünde girişimler yaşanmış, İttihat ve Terakki’nin güçlü adamı Enver Paşa harbiye nazırı olunca, harfleri ıslah etme yolunda başvurulan yöntemlerden biri olan “Alfabeye ayrık harfler ve sesli harfler ilave etme” yöntemini uygulamaya koymuştur. Bu yöntem bir süre uygulanarak denenmiş ancak eski alışkanlıkları bozduğu ve gecikmelere neden olduğu şikayetleri nedeni ile bu iki yaklaşımdan da vazgeçilmiştir.
Cumhuriyet öncesi dönemde Avrupalıların, Osmanlı’da elçilik ve konsolosluklar açmasıyla Türkçenin Latin harfleri ile yazılmasına başlanmış, ticari ilişkilerin ve Türkiye’ye karşı ilginin artmasıyla da Türkçe dil bilgisi kitapları kaleme alınmıştır. Bu süreçte yaşanan girişimler ve uğraşlar; öğrenim dilinin değişmesinin ve eğitim-öğretim birliğinin sağlanması adına bir zaruret haline geldiğinin tespitidir.
Latin Alfabesine Geçiş

TBMM’nin açıldığı günlerden başlayarak devam eden Türkçe dil konusu üzerindeki görüşler “Türk yazısı, Türk harfleri ve toplumun okuma-yazma sorunu” ilk kez 1926 yılında TBMM’de açıkça tartışılmıştır. Alfabe tartışmaları 1926 Mart’ında Akşam Gazetesi’nin “Latin Harflerini Kabul Etmeli mi, Etmemeli mi?” başlığı altında başlattığı bir anketle değerlendirmiş ve bu ankette Latin harflerini kabul etmeyenlerin sayısının kabul edenlerden daha fazla olduğu görülmüştür.
Bu dönemde yapılan 1927 nüfus sayımıyla Arap harfleriyle okuma bilen nüfusun erkeklerde %12.99 kadınlarda ise %3.67 olduğu tespit edilmiştir. Bu tespit, halkın okuma-yazma oranının ne kadar düşük olduğunun bir göstergesidir.
Bu doğrultuda Mayıs 1928’de milletlerarası rakamların benimsenmesinden sonra “Dil Encümeni” oluşturulmuş, bu komisyonla da yazının değiştirilmesi tartışmaları bir kenara bırakılarak yeni alfabe harfleri Türkçenin ses özellikleri dikkate alınarak seçilmiştir.
Harf İnkılabı’nın ilk müjdesini Gazi Mustafa Kemal Paşa, Sarayburnu Parkı’nda halka verdiği nutukla duyurmuştur. Sarayburnu Nutku’ndan bir gün sonra ise Dolmabahçe Sarayı’nda yeni Türk harfleriyle ilk uygulama dersi başlatılmış ve okur-yazarlığı yaymak, cehaleti gidermek için ülkede bir okuma yazma seferberliği oluşturulmuştur. Mustafa Kemal Atatürk, yeni yazıyı tanıtma ve öğretme kampanyasını çeşitli vilayetlere giderek gerçekleştirmiştir. 1 Kasım 1928’de, Cumhuriyet döneminin en önemli inkılaplarından biri olan Harf İnkılabı, Türk Harflerinin Kabul ve Tatbiki Hakkında Kanun’u kapsamında kabul edilmiştir.
Cumhuriyet Döneminde Değişen Dil ve Tarih Anlayışı

Cumhuriyet dönemi dil inkılabı iki alanda yapılmıştır. Sözcüklerin Türkçeleştirilmesi ve Latin harflerine geçiş. Alfabenin değiştirilmesi önemli bir adım olsada, aslında yenilenme sürecinde temel adımı, dilin yalınlaştırılması yoluyla millileştirilmesi ve mili bir dilin kurulması hususu oluşturur.
Öncelikle Arapça ve Farsça’nın etkisinde kalan türk dili sadeleştirme yoluna gidilerek dilden yabancı ve ek kaidelerin atılmasıyla tasfiye sürecine girmiştir. Ancak tasviyecilikte aşırıya gidilmesi üzerine dile yerleşmiş kelimelerin atılmasına son verilerek yaşayan dil ön plana çıkarılmıştır. Bu süreçte Güneş Dil Teorisi, Mustafa Kemal Atatürk‘ün ilgisini çekmiş ve Türk dilinin kökenini açıklamak için uyarlanmıştır. Güneş dil teorisi ile yeni kelime türetilmesinde Türkçe’nin ek ve köklerinin kullanılması yoluna gidilerek bu teoriyle, Türkçenin dünya dilleri üzerindeki etkisini kanıtlanmaya çalışılmıştır. Atatürk bu süreçte öncülük ederek terimleri kendisine ait olan bir geometri kitapçığı hazırlayarak üçgen, dikdörtgen, kare, açı gibi terimleri kullanmıştır.
Tüm bu çalışmalar 1932, 1934 ve 1936 yıllarında oluşturulan Dil Kurultayı çatısı altında gerçekleştirilmiş olup günümüzdeki Türk Dil Kurumu; 1932’de Türk Dili ve Tetkik Cemiyeti ismiyle kurulmuş, 1934’de Türk Dili Araştırma Kurumu ve 1936’da da Türk Dil Kurumu adını almıştır.
Güneş Dil Teorisi, 1936 yılında gerçekleştirilen Dil Kurultayı‘nda önemli bir konu olarak tartışılmış ve Türk Dil Kurumu’nun çalışmalarında yer almıştır. Türk Dil Kurumu 1940’lardan sonra dilde Türkçecilik politikası izlemiştir.
Cumhuriyet dönemine kadar dilin kullanımı konusunda yaşanan gelişmeler Harf İnkılabı’nı gerekli kılmıştır. Geçmişte yaşayan aydınlar bu konunun üzerinde her zaman durmuşlardır ancak harf inkılabıyla büyük bir dönüşüm sağlanmıştır. Dil anlayışı değişmiş, yazı dili ile konuşma dili arasındaki fark ortadan kalkmıştır. Günlük hayatta Türkçe, halkın daha kolay okuyup yazabileceği bir dil haline gelmiştir. Dilin kökeni çalışmaları da başarıya ulaşmış ve yabancı ögelerden arındırılan Türk dili milli bir kimlik kazanmıştır. Atatürk bu sayede Türk ulusuna eski ve köklü tarihi ile olduğu kadar dili ile de övünmeyi aşılamıştır. Bu bağlamda Türk milletinin geçtiği tarihsel yolculuğun bilimsel yollarla aydınlatılması adımı ile Türk Tarih Kurumu kurulmuştur.Türk Tarih Tetkik Cemiyeti ismi, dilde sadeleşme rüzgarının da etkisiyle Türk Tarih Kurumu olarak değiştirilmiş ve aynı zamanda Türk dilinin sadeleşmesine bir örnek olmuştur. Türk dili ve tarihi üzerine yapılan çalışmalar günümüzde de devam etmektedir.
Kaynakça:
- Güneş Dil Teorisi. Atatürk Ansiklopedisi.Web. 29.01.2025
- Tosun, Ayşegül. “Osmanlı Türkçesi Hakkında.” Genç Atebe Dergisi 2 (2021): 13-15. 29.01.2025
- Sofuoğlu, Adnan. Yılmaz, Mustafa ve Acun. Fatma “Atatürk ve Türkiye Cumhuriyeti Tarihi.” Ankara. Siyasal Kitabevi. 2021. 29.01.2025
- Yıldızlı, Muhammed Emin. “Türk Dil Devriminin Önemli Basamaklarından Güneş Dil Teorisi Üzerine Sorular ve Cevaplar.” 29.01.2025