Van Gogh: Sonsuzluğun Kapısında | Yalnızlığın Sonu Portresi

Editör:
Berke Ateş Aytekin
spot_img

2018 yılında yayımlanan, yönetmen koltuğunda Julian Schnabel‘in oturduğu filmde, Vincent van Gogh’un, Fransa Arles’teki son zamanlarına şahit oluyoruz. Filmde ünlü ressama Williem Dafoe hayat verirken, kardeşi Theo’ya Rupert Friend, bir diğer ressam olan arkadaşı Paul Gauguin’e de Oscar Isaac usta oyunculuklarıyla eşlik ediyorlar.

Vincent van Gogh’un, hayatının son dönemleri olan inziva döneminde kendine has resim tekniğini geliştirirken aynı zamanda yaşadığı ruhsal rahatsızlıklar, dini yargılar ve Paul Gauguin’le olan çalkantılı arkadaşlığını izliyoruz.

Yer yer geniş açılarla, yer yer de ünlü ressamın gözlerinden izlediğimiz, eşlik ettiğimiz manzara ve olaylardan bahsetmeden önce yazının bundan sonraki kısmının izlemeyenler için spoiler içereceğini belirtelim.

Filmin girişi bizi Van Gogh’un sözleriyle karşılıyor.

“Sadece onlardan biri olmak istemiştim. Onlarla oturup bir şeyler içmek, bir şeyler konuşmak isterdim. Onlardan biraz tütün veya bir kadeh şarap isterdim. Onlar da ‘Bugün nasılsınız?’ diye sorarlardı. Cevap verirdim, konuşurduk. Onlara resimlerimi yapıp hediye ederdim. Kabul ederlerdi belki ve belki de saklarlardı…”

Film, resimleri değer görmediği ve yaptığı resimleri satamadığı için kardeşi Theo’nun gönderdiği bir miktar parayla hayatını idame ettiren Van Gogh’un, resimlerinin satılması için bir kafeterya ile anlaştığı sahneyle açılıyor. Bu sergi anlaşması iki hafta daha sürecekken resimleri sadece bir kişinin görmeye gelmesi üzerine sinirlenen kafeterya sahibi, ressama sergi için ayrılan sürenin sonuna geldiğini söyleyerek resimlerini derhal kaldırmasını istiyor. O esnada “resimlere bakan kimdi acaba?” diye düşünürken cevabın, oturdukları mekânda konuşmaları sırasında arkadaşı Paul Gauguin olduğunu öğrenmiş oluyoruz.

Vincent van Gogh, resimlerini satamadığı için oldukça fakir ve sefil bir hayat sürüyordu. Buna şahit olduğumuz nokta ise, Fransa’nın soğuk ve fırtınalı bir gününde, yıkık dökük, sadece yatağının, sandalye ve masasının bulunduğu; tuvalinden, boyalarından başka bir şey bulunmadığı derme çatma odasına geldiği andı. Kendini yorgun bir şekilde sandalyesine atan Van Gogh; eski, yırtık ayakkabılarını çıkarıp yatağının kenarına iliştirirken “Ayakkabı Çifti” tablosunun yapılışına tanıklık ediyoruz.

Filmde Vincent van Gogh’u sık sık ormanlık alanda, tarlalarda görüyoruz. Bunu üçüncü bir göz olarak ya da Van Gogh’un kendi gözlerinden izliyoruz. Van Gogh’un son dönemleri olduğuna atıfta bulunduğu ve kendi gözlerinden seyrettiğimiz ayçiçeği tarlasında gezerken; kurumuş, kopmuş ayçiçekleri bizleri adeta hüzünle karşılıyor. Ayçiçeği tarlasını ardında bırakan ressam, sonsuz bir derinliğini varmış gibi hissettiren, etrafı ağaçlarla kaplı boş bir yeşillik alanda; bizlere ölümün varlığını hissettirmek istercesine yere uzanıp bir avuç toprağı parmaklarının arasından yüzüne yavaş yavaş döküyor. Biraz öyle durduktan sonra uzandığı yerden kalkıp adeta yeniden doğmuş gibi yüzünde bir gülümsemeyle karşılaştığı manzarayı ve hissettiklerini tuvaline aktarıyor.

 

– Bazı satırlar çok net değil ama böyle olmasını sevdim.

+ Neden?

-Çünkü gizemi seviyorum. Ve Shakespeare diğer birçok yazardan çok daha gizemli.

Van Gogh’un Fransa karayelinde çizmekte zorlandığı resimleri için sıcak bir yere ihtiyacı oluyor. Madam Ginoux’un hediye ettiği defterin ardından ressam bu ihtiyacını dile getiriyor ve ona meşhur olan yandaki sarı evi kullanabileceğini söylüyorlar. Sarı evin küçük odasına yerleşirken duvara astığı ilk tablo “Ayçiçekleri” oluyor.

Filmi izlerken Vincent van Gogh’un bakış açısıyla bambaşka bir bakış açınız olduğunu fark ediyorsunuz. Onun için baktığı, gördüğü her şey adeta bir tablo, bir sanat eseri diyebiliriz.

Bizler yağmurlu bir günde dışarıyı, belki de yağmurun cama vurup düşüşünü seyrederken onun vazodaki çiçekleri ölümsüz kılma çabasını görebiliyoruz.

“Bu çiçekler bir gün solup gidecek ama benimkiler direnecek.”

“Düz bir manzaraya baktığımda sonsuzluktan başka bir şey görmüyorum. Bunu gören yalnızca ben miyim ?”

Resimlerini kimsenin anlamadığı ve alay ettiği Van Gogh, bir grup öğrenciyle yaşadığı olay sonrasında kısa bir süre akıl hastanesine yatırılıyor. Van Gogh’u ziyaret etmek için Paris’ten çok sevdiği ve geçiminde kendisine yardımcı olan kardeşi Theo geliyor. Aralarında geçen konuşma bizlere, Van Gogh’un dahilik ve delilik arasında ince bir çizgide olduğunu fark ettiğini hissettiriyor.

“- Zaman zaman aklımı kaybediyor gibi hissediyorum.  Evet, aklımı kaybediyorum. Diyorum ya benim dışımda oluyor her şey.

+ Nasıl Yani?

-Sokaklarda bağırdığımı, ağladığımı söylüyorlar. Çocukları korkutmak için yüzümü siyaha boyuyormuşum. Ama hiçbir şey hatırlamıyorum. Karanlık ve anksiyete dışında hiçbir şey… Onlar da beni buraya getirdiler. Gerçek delilerin arasına.

+Çok içiyor musun?

-Sana söylemek zorundayım, bunu doktorlara söyleme. Theo, bazen halüsinasyonlar görüyorum.

+Ne görüyorsun?

-Söylemesi zor.

+Hayaletler?

-Bilmiyorum. Çiçekler, bazen. Ve bazen melekler, insanlar. Karmakarışık. Bazen benimle konuşuyorlar.”

Abisi için endişelenen Theo, ona iyi gelen, yalnızlığından çekip alabilen arkadaşı Paul’a bir mektup yazarak endişesini dile getiriyor ve onun abisinin yanına dönmesini istiyor.

“Sevgili Theo,

Kardeşimle iletişim halinde olduğunuzu biliyorum. Senin Arles’e gelişini dört gözle bekliyor. Gelişini finansal endişeler yüzünden ertelediğini biliyorum. Her ay tablolarından birini satın almayı ve karşılığında 250 frank ödemeyi taahhüt ediyorum. Hangi tablo olacağı senin takdirinde. Seni ne kadar çabuk görürse Vincent için o kadar iyi olacak.

Ellerinden sıkarım.

Tüm içtenliğimle.

Theo van Gogh”

Theo’dan aldığı mektup üzerine Paul, Arles’e geri dönüyor. Fakat Paul ve Vincent birbirine çok zıt resim anlayışı olan, zıt karakterlerde iki arkadaş. Bu arkadaşlık araya giren zaman ve yaşanmışlıklar ile daha yorucu bir hal alırken, Vincent’ın biraz daha yalnızlaşmasına tanık oluyor ve hüznünü içimizde hissediyoruz.

Vincent van Gogh’un tablolarını incelediği ve beğendiği ressamlar; Frans Holst, Diego Velazquez, Francisco Goya, Paolo Veronese ve Eugène Delacroix. Bu ressamlar ile arasındaki ortak özellik hızlı resim yapmaları. Arkadaşı Paul ile tartışmaları tam olarak da burada başlıyor. Paul, Van Gogh’un resimlerini yaparken hızlı ve aşırı boyadığını, tablonun yüzeyinin çamurla bulanmış gibi durduğunu ifade ederken ressam arkadaşının duygularını adeta görmezden geliyor. Onun sürekli manzara resmi yapmasının yanlış olduğunu ifade ediyor. Kapalı alanlarda da çalışması gerektiğini söylüyor. Oysa arkadaşı Vincent, tüm hayatını tek başına bir odada geçirmiş ve dışarı çıkarak kendini unutmak istemekte. Tek gayesi tutkulu bir aşamaya geçebilmek. Bunun bir amaç için resim yapmak olduğuna inanıyor ve bu doğrultuda resimlerini yapıyor.

Aralarında geçen ufak tartışma üzerine, Paris’te daha çok tanınabileceğini düşünen, Arles’i sevmeyen ve insanlarını cahillikle yargılayan Paul, geri dönme isteğini Vincent’a söylüyor, Vincent ise bu haberle adeta yıkılıyor ve kendini suçluyor. Belki de bu tartışma yaşanmasaydı arkadaşı geri dönmeyecekti. Vincent yine yalnız kalmayacaktı. Ağır bir depresyonun kıyısında olan Vincent, bu tartışmayı kaldıramayıp özür dilemek amaçlı alışılagelmişin dışında bir yöntem deniyor. Doktoruna aktardığı sözlerinde içindeki çaresizliği de seyretmiş oluyoruz.

“Benimle ilgili tuhaf bir şey var. Bazen ne yaptığımı, ne söylediğimi bilmiyorum. Gauguin hakkında mesela. O gitmeden hemen öncesinde ne oldu? Biraz tartışmıştık. Ben… Nasıl bilmiyorum ama belki onu incitmişimdir. Elime bir ustura aldığımı ve kulağımı kestiğimi biliyorum, evet. Kulaklarımdan birini kestim. Her yer kan oldu. Ben yaptım, başkası değil. Gauguin’e vermek istedim. Özür mahiyetinde…”

Kulağını kesen Vincent’ın hem duygusal hem fiziksel olarak iyileşebilmesi için doktoru onu Saint Remy Akıl Hastanesi’ne yatırma kararı alıyor. Vincent’ın ise aklındaki ve endişe duyduğu tek şey; resim yapmaya devam edip edemeyeceği.

Hastanede bir süre yatan ve bu süreçte çokça resim yapan Vincent’ın, çıkıp çıkamayacağına karar verileceği o gün gelip çatıyor. Hayatı boyunca olduğu gibi, burada da resimleri değer görmüyor ve de beğenilmiyordu. Vincent’ı resim yaparken seyreden ve de yaptığı resmi aşağılayarak, çirkin bularak, resimleri güzel değilken neden kendisine ressam dediğini soran Papaz; Vincent’ın bunun tanrı vergisi bir yetenek olduğuna inandığını öğreniyor. Papaz, Vincent’ın eğer yeteneği olsaydı tablolarının satılabileceğini, fakir kalmayacağını alaycı bir bakışla ifade ederken, Vincent kendinden ve tablolarından çok emindi. Çünkü yapabildiğine inandığı tek şey resimdi. O yetenekli bir ressamdı, sadece zaman yanlıştı.

“Belki yanlış zamanı seçti. Tanrı beni henüz doğmamış insanlar için ressam yapmıştır.”

Artık Vincent için hastaneden ayrılma vakti geliyor. Ne yazık ki Arles halkı aralarında imza toplayıp onun kasabaya geri dönmemesi gerektiğini belirtiyor. Bu sebeple Vincent’ın gidebileceği tek yer biricik kardeşi Theo’nun yanı oluyor.

Vincent’ın Theo’nun yanına ulaştığında resimlerinin satılmadığını görünce kendine olan özgüveni sarsılıyor. Aslında iyi bir ressam olduğunu biliyor ama bunu duymaya ihtiyacı olan Vincent, Theo’dan bunu teyit etmesini istercesine iyi bir ressam olup olmadığını soruyor: Theo için o harika bir ressam.

Kardeşinin yanında geçirdiği günlerde de resim yapmayı bırakmayan Vincent, yine kendini doğaya bırakmış resmini yapıyordu. Bu esnada iki genç Van Gogh’a saldırıyor ve onu karnından vuruyor. Vincent, yarı baygın, hayalle karışık; gerçek olarak hissettiği tek şey karnındaki ağrıyla doktor arkadaşının yanına ulaşıyor.

“-Kendini mi vurdun?

+ Belki, hatırlamıyorum. Kimseyi suçlamayın.”

Kurşunun yarasına daha fazla dayanamayan Vincent, ne yazık ki hayata gözlerini yumuyor

“Tanrım, oğlunu geri kabul edecek misin?”

Film bizleri çoğu zaman hüzünlendirirken, Vincent van Gogh’un son zamanlarını, çaresizliğini, yalnızlığını da derinden anlama fırsatı sunuyor.

Sona gelindiğinde ise küçük notlarla bir nevi Van Gogh’a ve de seyirciye veda ediyor.

“Vincent van Gogh 27 Temmuz 1890’da vuruldu ve 29 Temmuz’da karnındaki kurşun yarası sebebiyle öldü.

Son 30 saatinde gençlerden ya da ölümüne sebep olan olaylardan asla bahsetmedi.

Auvers-sur-Oise’de geçirdiği 80 gün boyunca 75 adet tablo yaptı.

Madam Ginoux, Vincent’a verdiği defterin, içinde 65 çizimle kendisine geri gönderildiğini asla bilmedi.

Defter 126 yıl sonra, 2016 yılında keşfedildi.”

 

 

 

 

 

spot_img
Çağla Nehir
Çağla Nehir
faber est suae quisque fortunae.

Yorum Yap

Yorum girişi yapınız.
Adınızı girin

Magnum Fotoğrafçısı Elliott Erwitt: Sıradışı Perspektif

Magnum fotoğrafçılarının yeni yazısında Elliott Erwitt'in hayatına ve eserlerine doğru bir yolculuğa çıkıyoruz.

Star Wars Sith’in İntikamı: Bir Trajedinin Epik Kapanışı

Skywalker'ın öyküsü, galaktik düzenin çöküşünü, dostlukların sonunu ve aşkın trajedisini bir kez daha gözler önüne seriyor.

Macbeth Sendromu: Hırsla Yoğrulan Bir Kimliğin Çöküşü

Macbeth Sendromu, bireyin hırs uğruna kimliğini ve vicdanını yitirerek psikolojik çöküşe sürüklenmesini anlatan patolojik bir durumdur.

You’ya Veda: Önceki Sezonda Neler Oldu?

You, beşinci sezonuyla son kez ekranlara gelirken, önceki sezonlarda neler oldu hatırlayalım.

Altı Çizilenlerde Bu Ay: Ahmed Arif | Hasretinden Prangalar Eskittim

Söylenti Edebiyat editörleri, Altı Çizilenler serisinde bu ay, doğum gününde, şiirin aykırı sesi, toplumcu gerçekçiliğin öncülerinden, Türk edebiyatının benzersiz şairi Ahmed Arif'e yer veriyor!

Orta Çağ Avrupası’nda Evlilik, Boşanma ve Eğlence Kültürü

"Ben senin için yaşamayı göze aldım" diyenleriniz varsa, itinayla "Sıkıysa Orta Çağ'da yaşasana" diyebilirsiniz çünkü bu çağda yaşamak sanıldığından çok daha zor.

HBO Max’te İzleyebileceğiniz Yapımlar

İşte HBO Max'te izleyebileceğiniz yapımlar.

Exulansis: Anlaşılamamanın Getirdiği Vazgeçiş

Exulansis, kişinin anlaşılamayacağını düşünerek kendini anlatmaktan vazgeçişini konu alır.

Şahane Hatalar : Kendi Maceranı Kendin Yarat

Sadece hataların sonuçlarına odaklanmak yerine, bu hataların insanları nasıl şekillendirdiğini ve nasıl birer öğrenme fırsatı sunduğunu ele alan sıra dışı kitap: Şahane Hatalar.

Yahya Kemal Şiirlerinde Yedi Farklı Tema

"İnsan âlemde hayal ettiği müddetçe yaşar." Türk edebiyatına hayalinden kelimeler armağan ve miras bırakan Yahya Kemal Beyatlı.