İsveçli oyun yazarı ve yönetmen Ingmar Bergman, 89 yıllık yaşamına oldukça fazla film sığdırmıştır.
Bergman, Time dergisi tarafından 2005 yılında dünyanın yaşayan en büyük yönetmeni olarak gösterildi. İzleyiciye sunduğu birçok başyapıtı ile 9 defa En İyi Yönetmen Oscar’ına aday gösterildi ve 3 defa Yabancı Dilde En İyi Film Oscar’ının sahibi oldu. Filmlerinde hakikat, bunalım, varoluş, hayatı sorgulama gibi kavramları imgeleştirdi ve bunu şiirsel bir üslupla, ustalıkla sinemaya yansıttı. İzlerken hepimizi varoluşsal sancılara ve sorgulamaya iten Bergman’ın filmografisinde yer alan bazı başyapıtları sunuyoruz.
Persona (1966 )
IMDb: 8,1
Persona, sessizliğe gömülen bir kadın ve ona refakat eden bir hemşirenin hikayesini anlatıyor. Döneminin en önemli tiyatro oyuncusu Elisabeth Vogler, önemli bir piyes sırasında aniden susar. Vogler’ın tekrar konuşması için insanlar çaba sarf etse de , Vogler hala konuşmaz. Bedeninde tıbbi olarak hiçbir problem bulunamayan kadın, bir doktorun tavsiyesiyle gözden uzak bir yazlığa gönderilirken , yanında ona yardımcı olması için hemşire Alma bulunur. Yazlıkta da Vogler konuşmamaya devam eder. Vogler’ın aksine Alma sürekli konuşur ve günlerce kendi hikayesini anlatır. Sonlara doğru psikoloji biliminin en ilginç vakalarından birine tanıklık ettiğimizi görüyoruz. Drama türündeki bu filmin 7 ödül ve 1 adaylığı bulunmaktadır. İzlerken takip etmesi ve anlaması güç olabilecek bu film Bergman’ın en önemli yapıtlarından biridir.
“Sağlıklı rolü oynuyorsun. Herkes de sana inanıyor. Bir tek ben senin ne kadar çürümüş olduğunu biliyorum.”
The Seventh Seal (1957 )
Bergman’ın bu filminde Haçlı Seferleri’n de savaşmaktan tükenmiş bir şövalyenin ölümle burun buruna gelmesine şahit oluyoruz. Ulağı ile beraber evine dönen şövalye, dönüşünün ilk günü vebanın etkisinde kalan insanlara ve ürpertici bir atmosfere maruz kalır. Hayat ve ölüm üzerine düşünmeye başlayan şövalye aynı zamanda tanrının varlığını da sorgulamaya başlar. Bu kasvetli atmosferin ve sorgulamanın beraberinde İsa gökyüzünden yedinci mührü açar. Şövalye ölümle yüz yüze gelmiştir fakat buna hazır değildir. Ölümle satranç oynamak için bir teklifte bulunur kaybederse canından olacaktır. Bu satranç sahnesi sinema tarihinin en ikonik sahnelerinden biridir. Bergman filmin temasını şöyle niteler; ‘’Film, teması hayli basit bir alegoridir: İnsan, onun ebedi Tanrı arayışı ve tek mutlaklık olarak ölüm. ‘’
“İnanç taşıması zor bir yüktür. Ne kadar yüksek sesle çağırırsan çağır, karanlıktan sıyrılıp hiç gelmeyen birini sevmek gibi.”
Wild Strawberries (1957)
Fahri profesör unvanını almak için evinden ayrılıp bir yolculuğa çıkan fizikçi Isak Borg ve onun iç dünyasına tanık oluyoruz. Çıkılan bu yolculukta bir yere varmaktan ziyade profesörün peşinden gelen geçmişi, çocukluğu ile yüzleştiğini görüyoruz. Düşünsel dünya için çıkılan bu yolculukta, yalnız ve yaşlı bir adamın geçmişi hatırlamasının ve bu durumun onun üzerinde yarattığı çarpıcı etkiyi hissedebiliyoruz.
”Bu hayat beni hasta ediyor. Beni, istediğimden bir gün fazla yaşamak sorumluluğuna itilmeye zorlanamam.’’
Winter Light (1963)
Bergman’ın esas sorgulamasını yaptığı ve bunu yansıttığı film Winter Light diyebiliriz. Bir papaz oğlu olan Bergman, dinsel bir dünyanın içerisinde büyümüştür ancak bu dünyaya karşı sorgulayıcıdır, aynı zamanda babasına karşı içinde bastırdığı bir isyan duygusu vardır. Düşüncelerinin çığlığı olan bu filmin konusuna gelecek olursak; karısının ölümü ile hayatının anlamsızlığı içinde sürüklenen bir papaz görüyoruz ve inancını kaybetmesi ile beraber dini ve tanrıyı sorgulamasına tanık oluyoruz.
”… ama ne demek istediğini anlayamadılar. En son kişiye kadar onu yalnız bıraktılar. Ve tek başına kaldı. Bu acı vermiş olmalı. Kimsenin anlamadığını fark etmiş olmak. Güvenebileceğin birilerini ararken terk edilmek, bu ıstırap verici olmalı…”
Autumn Sonata (1978)
Dünyaca tanınan ünlü piyanist Charlotte, eşinin ölümünün ardından uzun bir süre görmediği kızı Eva’yı ziyaret etmek ister. Bu ziyareti ile daha önce kliniğe yatırdığı diğer kızı ile karşılaşır. Bu üç kadın uzadıkça uzayan bir gecede birbirleri ile yüzleşirler ve hayal kırıklıkları bir bir ortaya çıkar. Bergman bu filmde, kadına yüklenen annelik kimliğine, bu kimliğin çocuklar ile ilişkilerine ve karakterimizi şekillendiren çocukluk sıkıntılarına değiniyor.
“Hiç olgunlaşamadım. Yüzüm ve vücudum yaşlandı. Anılar ve tecrübeler edindim ama içimde henüz doğmamıştım bile.”
The Virgin Spring (1960)
Bergman’a ilk Yabancı Dilde En İyi Film Akademi Ödülü’nü getiren bu suç- gerilim filmi, kızına tecavüz edip onu öldüren insanlardan intikam almak isteyen bir babanın hikayesini konu alır. Hikayenin beraberinde hayata dair ahlak, adalet ve dini inanç gibi bir çok olgunun derinlemesine sorgulanmasını görebiliyoruz.
” Seni anlamıyorum tanrım! Ve bundan dolayı beni bağışlamanı istiyorum! ”
Fanny and Alexander (1982 )
Fanny ve Alexander mutlu bir ailenin içerisinde iki mutlu çocuk iken babalarının ölmesinin ardından hayatları değişmeye başlar. Annelerinin bir papazla evlenmesi üzerine kardeşler papazın evinde tutsak bir yaşam yaşarlar. Bu tutsaklık içerisinde iki çocuk, kader kavramını anlamaya, bu kavramı değiştirme üzerine bir sorgulamaya girişirler. Bergman, bu filmde aile kavramının çocuklar üzerinde etkisine ve bu kavramın içinde değişen dinamikler ile gelen sınırlılıklara değiniyor.
”Dünya bir hırsızlar sığınağı ve gece indi inecek. Şeytan zincirlerini kırıyor ve kuduz bir köpek gibi dünyayı dolaşıyor. Zehirlenme hepimizi etkiliyor. Kimse bundan kaçamıyor. Öyleyse hazır mutlu olma şansımız varken, mutlu olalım. ”
Kaynak: http://www.beyazperde.com/sanatcilar/sanatci-361/filmografi/en-iyi/