“İyi ki şiir yazmışım. İyi ki kalbim, dünyanın bütün mazlumlarının kederiyle ve rüyasıyla çarpmış. İyi ki onca güzel türkü ve masal, gönül beşiğim olmuş. İyi ki gaz lambasının duvarlara çizdiği o büyülü resimlerin zamanında büyümüşüm. İyi ki devrim düşüncesi beni insanların hizasına getirmiş. İyi ki Ömür Hanım, o büyük yalnızlık içinde elimden tutmuş. İyi ki elma bahçelerinin, üzüm bağlarının, mısır püsküllerinin rüyasıyla sabahlara çıkmışım. İyi ki…” diyor şairlikte 43. yılını dolduran usta şair Şükrü Erbaş.
Şiir dili eşsiz bir dildir. Şükrü Erbaş ise bu eşsiz dili en etkili şekilde kullanan şairlerden biri. İnsanı, aşkı, acıyı, yoksulluğu, öfkeyi ve çaresizliği kişinin yüreğine kendi imzasıyla aksettirebilen ender bir şair. Edebi kişiliği lebalep dolu bir yazar, dayatılan dış gerçekliğe karşı bir direnişçi, özgürlüğün ve sevginin şiir temsilcisi..
Bozkırın ortasından orta halli bir ailenin çocuğu olarak Yozgat’ta 7 eylül 1953’de dünyaya gelen usta şair sıradan bir çocukluk geçirerek ilk ve orta öğrenimini kentte tamamladı. Üniversite eğitimi için Ankara’ya giderek Gazi Eğitim Enstitüsü Sosyal Bilimler Fakültesinden mezun olarak bir kaç yıl memurluk yaptı. Yaşadığı dönemki çalkantılı yıllardan uzak kalan sanatçı çocukluğundaki gözlem yeteneğiyle biriktirdiği her noktayı sanata dönüştürmeye adım attı. Toplum gözlemcisi kişiliğiyle insanların yaşadığı tüm acıların sesi oldu. Toprak Mahsulleri işinden emekli olana dek şiiri yalnızca yüreğinde biriktiren şair emekliliğiyle birlikte aktif şekilde şiirle ilgilenmeye başladı. Emekli olduğu yıl uzun yıllar yüreğinde beslediği her kelimeyi satırlara dökerek ilk şiirini 1978’de Varlık Dergisi’ne gönderdi ve yayımlandı. Bu tarihten sonra edebiyatta adından sıkça bahsedilen bir şair olarak toplum ve insanlık için yazdığı satırlarını edebiyatımıza altın harflerle kazıdı.
Arabasını yıldıza bağlamış bir dinozor, öfkesini bir saniye bile ertelemeyen bir aceleci…
Edebiyat dünyasında birçok alanda çalışmalarda bulunan yazar kendini; arabasını yıldıza bağlamış bir dinozor, öfkesini bir saniye bile ertelemeyen bir aceleci, bir mitingde hâlâ gözleri dolan bir solcu, yenilgisini ayrıcalık sayan bir inanmış, bir yerde biraz fazla kalınca sıkılan bir kararsız, dünyadan aldığı her şeyi kelime kelime bu dünyaya geri veren, ömrüne sahip çıkmaya çalışan bir insan olarak tanımlar. Önemli şairlerin övgülerine ve değerlendirmelerine mazhar olmuş sanatçı, şiire başladığı dönemlerde toplumcu çizgisi ağır bassa da yer yer bireyselci eğilimler gösterir. Bireyden topluma uzanan şair toplum içindeki bireyin konumunu sosyal meselelere değinerek belirlemeye çalışır.
Şükrü Erbaş şiirlerinin en belirgin özelliği şiirlerinde halk şiirinin ve folklorün izlerinin olmasıdır. Bir modern dönem şairi olarak geleneksel yapısını koruyabilen toplumu topluma en açık haliyle anlatabilen yapısı onu özel kılan yegane noktadır.
Sanat yorumlar dünyayı.. Bu sebeple her hece yön verir yaşama..
Şükrü Erbaş “sanat”ın anlamını dünyayı yorumlamak olarak adlandırır. Topluma
yön vermek, söylenmemiş olanı söylemek, kaosu biçimlendirmek ona göre şiirle sağlanır. Erbaş’a göre şiir bir söz söyleme ihtiyacından çıkar ortaya. Kendimizi anlamak, sevmeyi öğrenmek, karşı çıkmaya cesaret etmek, geleceği öğrenmek, soru sormayı öğrenmek ve yaşama dair daha nice bilginin temeli sanattan, şiirden geçer.
Şiir Anlayışına Dair Kendi Dilinden Açıklamalar
“1980’lerin başında yazdım şu üç dizeyi; sürer hâlâ: “Bunalıyoruz çocuk, bunalıyoruz/
Biçim veremediğimiz şeylerin/ Biçimini alıyoruz.” Baştan beri şuydu: İnsanı, içine
yuvarlandığı yabancılaşma çukurundan çekip çıkaracak bir duyarlılık kazandırabilmeliydi
şiirim; en başta bana, sonra da okuyan herkese… Aynalar pazarında binlerce parçaya
bölünmüş hayatının bütünlüğünü, bir iç yaşantı olarak ona gösterebilmeliydi. Şiir bunu
yapamazsa, kimsenin var oluşundan haz duyacağı, varlığını dünya ile bütünleyeceği bir
hayatının olacağına inanmıyorum. ”
“Yazmaya başladığımdan bu yana benim en büyük önceliğim derdimi söylemek oldu.
Duyduğum gibi, içimde yaşadığıma en yakın haliyle. “Şiirin güç anlaşılırlığı kolay
anlaşılırlığından sonra gelmeli” diyen Edip Cansever’e inandım; ama yalnızca anlaşılır
olmak gibi bir derdim olmadı. İmge şiirin ana dili elbette. Bizim iç gerçeğimizi ya da dış
gerçekliği dönüştürmenin en büyük olanaklarından birisi; ama kendi için, kendi başına bir
buluş olamaz hiçbir zaman. Nâzım Hikmet imgeyi, “güzel bir kadın bacağını daha güzel
gösteren ince bir çorap”a benzetiyor ya, tam öyle bir olanak. İçinde bacak olmayan bir kadın çorabı nasıl durursa, bize bir gerçekliği, o gerçekliğin yeni bir boyutunu imlemeyen imge de öyle durur şiirde.”
“Ben hayatı hiçbir zaman tek boyutlu düşünmedim. Nerelerden gelir bu bilgi, bilemiyorum.
Erken bir bilgiydi. Hani Necatigil der ya, ‘tasaların altında gizli bir sevinç/ var mı siz ona
bakın.’ Sanırım hep buna baktım ben. Dilim ve günüm zehir gibi acıyken bile kirpiklerim
iyimser bir uzaklığa düştü. O kadar öfkelendim ama insandan umudu kesemedim. Bu da bir
hastalıktır, kim bilir! Bu derya-deniz alçaklık içinde bu hastalığı güzel buldum. Bir yazımda
söylemiştim; bu dünyada şiir yazan birisi varsa, bir yerlerde onu okuyan bir başkası varsa,
hiçbir şey bitmemiştir. Plastik, sanal bir umut, bir iyimserlik değil bu. Acının, kötülüğün ve
mutsuzluğun çekirdeğini oluşturan daha iyi bir yaşama imkânının gücü ve iyimserliğidir.”
“Yaşamı, sonsuzluğa doğru akıp giden bir uzun, bir büyük nehre benzeterek başlayalım mı söze? İnsan bu akışın bir yerinde katılıyor ona ve ömrünün izin verdiği süre ve sınırlar içinde akıp gidiyor. Nehrin öncesini ve sonrasını kavrayabilmesi için elinde tek olanak var; içinde bulunduğu bölüm. En büyük verisi, nehrin oraya kadar sürükleyip getirdikleri ve katıldığı bölüm içerisinde olup bitenler. İşte, yalnız şiirde değil, yaşamın her alanında güncelin önemi bu noktada gündeme gelmekte tarihsel süreçte.”
Şiirlerinde Temalar
- Mevsimler
Birbirine benzerdi
Mevsimlerin bahçelere getirdiği renk
Evlere getirdiği telaş, sevinç, keder..
Yaşamak ağır bir suydu, zamanın
Ve toprağın derin ırmağında
Sürükleyerek bir nice hayatı ince kıvrımlarında
Akar, akardı..
(Yolculuk, Eşikler Kirpikler/Seçilmiş Şiirler)
- Yalnızlık
Adım şiddet, annem yalnızlık, adresim korku…
Bunlar evlerde sokaklara taşmış yenilgi.
Yaşamanın dünyasız fotoğrafları..
(Dönüş, Unutma Defteri)
- Yaşama sevinci
Yağmur değil güneş sağanağı. On bir aylar, acemboruları, taflanlar yaprak yaprak
yağıyor. Pencereler çift kanatlı bir sevinç. Güneş tanrım. Yağmur annem. Toprak
ömrüm. Bir su damlasından sonsuzluk veren hayat…
(Sevinç, Unutma Defteri)
- Direnme
Siz bir ülkeden ötekine,
Gümrük, denetim, vize;
Biz de öyleyiz burda
Evden tarlaya köyden yaylaya
Asker, panzer, çevirme!..
(Aykırı Benzeme, Dicle Üstü Ay Bulanık)
- Aşk
Gülün aklı, gülün kalbi,
Gülün rahmi…
Böyle susuyorum seni
Ömür hanım
Ay Gölü.
Bir sebep buluyor kendine
Bunalmış, eksik, yanlış.
Ey dünya pervanesi hayal
İki ağızlı bıçakmış
Kirpiğin kirpiğe değmesi…
(İki Ağızlı Bıçak, Üç Nokta Beş Harf)
- Hasret
Beni yalnızlığa batırdın gittin
Tüm güzelliğimi bitirdin gittin
Taş olup göğsüme oturdun gittin
Dört yanımdan esiyorsun güz gibi
(Seni Uzaklara, Derin Kesik)
- Ölüm
Bir tek sen
Acı değilsin bana
Tamamla artık
Kusurlu cümlemi
Başka sözü
Olanlar var.
Canım evin
Hoş geldin
Sevgilim ölüm…
(Nokta, Üç Nokta Beş Harf)
- Kadın
Yüreğimde yüz gurbeti taşısam da
Kalçalarımda bir erkeği taşımasam.
Saçlarıma sinmiş bir çiğ kolonya
Tenimdeki bu vazelin kokularından.
(Genelev Mektupları-IV, Bütün Şiirleri-1)
- Sevgi
İzler bırakarak geride yürek çarpıntılarından
İyimser, kederli
Bir özge zaman arması gibi
Andıkça sevgiyle
Yalnızca sevgiyle ışıklanan
(Çekilme, Bütün Şiirleri-1)
- Ayrılık
Bir çocuk bırakıyor beni her akşam
Her akşam inip sessizce merdivenlerden günün
Ayrılığın ve alacakaranlığın soğuk avuçlarına…
(Akşamla giden, Bütün Şiirleri-1)
- Anne
Ağzındı
Rayiha bahçelerinde bir tomurcuk vakti
Ağzındı
Bulut mavi yağmur kuşların cümlesi…
Ağzındı
Annemden sana kadar
(Annemden Sana Kadar, Gölge Masalı)
- Baba
Babam gelirdi ve akşam olurdu.
Bahçedeki akasya ağacı, gün boyu biriktirdiği
Kuşları, birer hayal topu olarak uzatırdı yatağımıza.
Siyah- beyaz bir fotoğraf gibi gelirdi babam
Yalnızca gaz lambasıyla konuşan bir diş
Gıcırtısıydı babam…
(Aynı Yürek Lekesi, Derin Kesik)
- Yozgat
Yozgat bir kar kentidir
Sürmeli bir türküdür
Serttir soğuktur küçüktür.
İki dağın dudağına kısılmış
İncecik bir sudur
İçinde zamandan başka her şeyin aktığı…
(Yolculuk –III, Bütün Şiirleri-1)
Eserleri:
- Küçük Acılar (1984)
- Aykırı Yaşamak (1985)
- Yolculuk (1986)
- Kimliksiz Değişim (1992)
- Bütün Mevsimler Güz (1994)
- Dicle Üstü Ay Bulanık (1995)
- İnsanın Acısını İnsan Alır (1995)
- Kül Uzun Sürer (1996)
- Gülün Sesi Gül Kokar (1998)
- Bir Gün Ölümden Önce (1999)
- Derin Kesik (1999)
- Üç Nokta Beş Harf (2001)
- Sarkacın Kalbi (2002)
- Yalnızlık Heceleri (2003)
- İnsan Sevmezse Ölür (Seçmeler, 2004)
- Gölge Masalı (2005)
- Unutma Defteri (2007)
- Bağbozumu Şarkıları (2012)
- Pervane (2015)
- Yaşıyoruz Sessizce (2016)
Şiir:
- Acı İlişki
- Ağaran Bir Suyum
- Aykırı Yaşamak
- Denizin Ayrıcalığı
- Kar Yağışı
- Kimse Temizim Demesin
- Kocaman Bir Çocuğu Öpüyorsun
- Koşaradım
- Küçük Acılar
- Ömür Hanımla Güz Konuşmaları
- Üç Nokta
- Yolculuktan
Kaynak:
Karaosmanoğlu, Derya (2015). Şükü Erbaş’ın Hayatı-Sanatı ve Eserleri Üzerine Bir Araştırma. Yüksek Lisans Tezi. Eskişehir: Osmangazi Üniversitesi.
https://www.turkedebiyati.org/sukru-erbas.html