Ömer Seyfettin, Türk edebiyatı hikâyeciliğinin yerli ve milli sesi… Çocukluktan itibaren kitaplarını okuduğumuz ve kelimelerine aşina olduğumuz otuz beş yıllık ömrüne o denli güçlü bir ses sığdırdı ki yüz yıl sonra bile halen daha tüm yerli ve anlaşılabilirliğiyle okunabiliyor. Ömer Seyfettin tam yüz yıl önce 6 Mart’ta vefat etti. Türkçe’nin sesi, öksüz kaldı. Tam yüz yıl sonra eserlerini anlamak ve otuz altı yıllık ömrüne sığdırdığı hacimli eserleriyle kendisini yakinen tanımak mümkün.
Otuz beş yıllık ömrüne, on kitap ve 125 hikâye sığdırmıştır. 2020 ise büyük hikâyecinin vefatının 100. yılı sebebiyle ‘Ömer Seyfettin Yılı’ olarak seçilmiştir.
Hayatı:
Ömer Seyfettin, 11 Mart 1884’te Gönen’de doğdu. Babası alaydan yetişme bir asker olan Ömer Şevki Efendi’dir. Annesi ise Fatma Hanım, İstanbullu aydın bir aileye mensuptur. Ailesi Gönen’den ayrılıp şehrin yakınlarındaki Karalar Çiftliği’ne taşınırlar. Ömer Seyfettin, yedi yaşındadır. Fakat hiçbir zaman çocukluk hatıralarını unutmaz. Eğer, Ömer Seyfettin’in kitaplarından birine denk geldiyseniz, çocukluğunun derin ve unutulmaz hatıralarına yoldaşlık etmeniz mümkündür. Kendisi gibi oğlunu da asker görmek isteyen Ömer Şevki Efendi’nin isteği üzerine Eyüpsultan Askeri Baytar Rüştiyesi’ne gider. Fakat buradan da ayrılıp Edirne Askeri İdadisi’ne geçer. Şiir yazmaya burada başlamış ve yazın hayatına da Edirne’de girmiştir.
‘Edirne’yi daha cazip bulduk. Orası hem hudut şehriydi hem de talebesi az ve sakin bir mektepti. Diğer taraftan Edirneli talebelere nazaran biz daha görgülü idik. Velhasıl bir üstünlük arzusu da işe karıştı. Önce Ömer Edirne’ye gitti. Sonra da ben.’ (Tahir Alangu, 1968)
Bu okulda devrin edebi modası olan tiyatro ile tanışan Ömer Seyfettin, okuma ve yazma merakını da bu topraklarda edinir. Okulu bitirdikten sonra ilk görev yeri Selanik olmuştur. Hem öğretmenlik hem de askerlik yapar. Bu zamanlarda İzmir’de de görev yapar ve ‘dilde Türkçülük’ anlayışına Mehmet Necip ile tanıştıktan sonra geçer. Fransızca öğrenmesi ile arkadaşı olan Baha Tevfik sayesindedir.
‘Baha Tevfik, Ömer Seyfettin’e, ‘Azizim, senin edebiyata büyük istidadın var. Fakat olduğun noktada kalacaksın. Katiyen ilerleyemeyeceksin. Bir ecnebi lisan bilmiyorsun. Mutlaka isim yapabilmek içi Fransızca öğrenmelisin. Yoksa harabat şairleri gibi kalırsın’ demiş. Bu sözler Ömer’e çok tesir etmişti.’ (Aka Gündüz, aktr: Tahir Alangu, 1968)
Bulgar, Sırp, Makedonyalı komitacıların 2.Meşrutiyet’in ilanından sonra yaptıkları hikâyeciyi çok etkiler. Selanik’te bu olayları gördükten sonra çok etkilenen Ömer Seyfettin, İzmir’den Rumeli’ye gelir gelmez İttihat ve Terakki ile tanışır. Bulunduğu zor şartlar altında bile okumaya, şiir yazmaya ara vermez. Yalnızca okur ve yazar, gördüklerini, hatıralarını ve Gönen’i.
‘Yanından ayırmaya razı olamadığı bu kitapları arasında romanlar, büyük Fransız düşünürlerinin eserleri, ünlü hikâyeci Maupassant’ın toplu eserleri de bulunuyordu.’ (M. Nermi, aktr: Tahir Alangu, 1968)
Bu dönemde daha çok şiir yazan Ömer Seyfettin, Fransızcadan da çeviriler yapar. Ömer Seyfettin, Meşrutiyet’in ilanından önce henüz İzmir’deyken, Ali Canip’e, Selanik’e bir mektup yazar. Bu mektubunda, sanattan nefret ettiği, edebiyatın bir gayesi olduğu ve dilin de buna hizmet ettiği yazmaktadır. İkinci mektubunun son cümlesi ise bu hizmet için kendisinin de gerekli olduğudur. ‘Bunu yalnızca başaramam. Geliniz Canip Bey, edebiyatta, lisanda bir ihtilal vücuda getirelim. Ah, büyük bir fikir, sa’y, sebat ister.’ Bu mektup, Milli edebiyat devrinin başlangıcıdır. Bu mektup, Genç Kalemler dergisinin çıkmasına ve Türk Edebiyatı devrinde Milli Edebiyat cerayanının oluşmasına sebep olacaktır. Kendisine edebi bir arayış alan hikâyeci, İttihat ve Terakki sayesinde kendisine edebi bir ses bulur. Bu kendini bulma hali daha sonra Genç Kalemler bir Yeni Lisan dergisinin çıkarılması devam eder. 11 Nisan 1911’de yazar, Ali Canip Yöntem ve Ziya Gökalp ile Milli Edebiyat hareketini başlatır.
Askerlikten istifa edip sivil hayata geçip yazarlığa devam etse de, Trablusgarp Savaşı ve Balkan Savaşı sebebiyle yeniden orduya çağrılır. Yanya savunmasında ise esir düşer. Esirliği sırasında ise dostu Ali Canip’e şu mektubu yazar: ‘Artık askerlikten çıktım, fakat asla memur olmak istemem. Yani hiçbir zaman bilmem ne kalemine başkatip olmayacağım; hocalık da mizacıma göre biraz ağır bir meslek. Yalnız muharrirlik kalıyor.’ Ömer Seyfettin, ilk başta nefret ettiği sanat ve edebiyatın içerisinden bir daha kopamaz. Çocukluğundan beri bir ip üzerinde yürüyen yazar artık sonsuza kadar edebiyat mülkünün tarafına geçmiştir. Edebiyat ile hemhal olmuş, tek gayesi yazmak olmuştur. 1914’te askerlikten ikinci kez ayrılır ve sivil yazarlık hayatına döner ve edebiyat öğretmenliğine başlar. 1915 yılında, Calibe Hanım ile evlenir. İttihat ve Terakki’nin ileri gelenlerinden bir beyin kızıdır.
‘Evlenmeye kalkınca, bir komşum, karımı tavsiye etti. Ailesi için çok iyi şeyler söyledi. Bir gün sabahleyin Fennerbahçe’sinde buluştuk. Görüştük. Ben onu fena bulmadım. Zaten güzellikte gözüm yoktu. Hayalimde daima bir ev hanımı yaşattığım için, sonu, sade çarşafıyla, mahcup halleriyle tam zevkime münasip buldum. Nikahlandıktan sonra evlerinde görüşmeye başladım. Bir alafrangalık müptelası karşısında kaldığımı anlayınca titredim.’ (Alangu, 1968)
Bir yanda milli hareketin savunucusu Ömer Seyfettin bir yanda ise alafranga bir yaşam tarzı… Bu sebeple evlilikleri yürümemiş ve bu evlilikten Fahire adında bir kızı olmuştur. Daha sonra hayatını Kalamış Koyu’ndaki bir yalıda tek başına geçirir. Yazıları dönemin milli dergileri Yeni Mecmua ve Türk Yurdu’nda yayımlanır.
1920’nin Şubat ayında hastalanır. Beyin romatizması teşhisi koyulur. Yatırıldığı Haydarpaşa Tıp Fakültesi Hastanesi’nde 6 Mart 1920 günü vefat eder. Otopside anlaşılır ki ölümü şekerdendir.
Edebi Yaşantısı Üzerine;
Ömer Seyfettin hikâyeci olmadan önce bir şairdi. Edebiyatımızda ilk yenilik yapan isim değildi fakat bazı değerleri bu kadar kudretli söyleme ve hareket adamı olma yönünden ilktir. Edebiyatımızın modernleşme sürecinde etkin bir yol oynamıştır. Kendisini aşma isteği ve daima ileri gitme arzusunda olduğunu söyleyen arkadaşları için o, yeniyi arayan adamdır. Dili yenilemiş, dil özelliklerini yenilemiş, eski edebiyatı özümsemiş ve dili bir ruh olarak görmüştür. Geçirilen kötü günlerden ve memleketin her satırından bombalar yükselirken, o yalnızca dil ile ulusun kurtarılacağına inanmıştır. Türk yazınında çağdaş öykücülüğün kurucusu olmuştur. Ömer Seyfettin, Türkçe konuşan, Türkçe bilen, ne batı ne de doğudan etkilenen, kendi gibi yazan bir insan rol modeli tasarlamıştır. Kendini yazan, kendi için yazan ve kendi gibi olanlara yazan Ömer Seyfettin, hayal ettiği ve olmasını istediği insanların ilkidir. Değişime önce kendinden başlamış, Arap ve Fars kökenli kelimeleri atmış, hatıralarına yönelmiş ve belirli bir zümreye değil yalnızca kendi gibi olanlar için yazmıştır.
Bireysel ve toplumsal alanda yazan hikâyecinin, sağduyusu yüksekti. Çocuk edebiyatına yönelirken bile hatıralarından yararlandı. Toplumun aksayan yönlerini mizah yoluyla en derinden eleştirdi. Türk kültürünü her eserine yansıttı ve anlaşılır, sade bir Türkçe yarattı. Büyük bir azim ve çaba yaratarak imparatorluğun en zorlu devrinde hem askerlik hem de yazarlık yaptı.
‘Fakat ‘umut’ doğdu yine karşımdan./Türktü babam, damarımda var o kan/Yarın’ımı benzetirim bir zaman/Şan içinde geçen büyük dünüme’
Hikâyelerinde yalnızca Türkçülük meselesine değil, sosyal meselelere de yönelmiştir. Milletin dün, bugün ve yarınki durumunu konu edinen yazılar yazmışlardır. ‘Batılılaşma özentisine karşıdır. Hikâyelerinin konusunu günlük yaşamdan, tarihteki kahramanlıklardan almıştır. Hikâyeleri gücünü, anlattığı çekici olaylardan alır. Hikâyeler, çoğu zaman beklenmedik bir biçimde biter. Hikâyelerinde gözlem unsuru, büyük önem taşır. Realizmin etkisi fazladır. O dönemlerdeki Osmanlıcılığın, Batıcılığın ve Türkçülüğün etkisi eserlerinde de görülmektedir. Ulusçu, halka yönelik eserler vermiştir. Bu yüzden dilde sadeliği savunmuştur. Sadece hikâyelerinde değil, makalelerinde dilin sade, anlaşılır olması gerektiğini vurgulamıştır. Ziya Gökalp, Yakup kadri gibi yazarlarla ilişkiler kurması, onun düşünce dünyasını zenginleştirmiştir. Ömer Seyfettin’in öykülerinde betimleme ve ruhsal çözümlemelerin yerini olaylar alır. Yazılarında, yalın ve halkın anlayabileceği bir dil kullanmıştır. Türkçe’nin, Arapça ve Farsça unsurlardan arınması gerektiğini savunmuştur.’ Eserlerinde hem duru bir mizah hem sade bir Türkçe, yirminci yüzyılda yaşama bilinci ve geçmişe olan hasreti vardır.
Eserleri:
Genç Kalem’de Yayımlanan Hikâyeleri:
- Bahar ve Kelebekler
- At
Tarihi Hikâyeleri:
- Başını Vermeyen Şehit : Konu, Peçevi Tarihi’nde geçen manzum bir destandan alınmıştır.
- Kütük
- Vire
- Ferman
- Kızılelma Neresi?
- Pembe İncili Kaftan
Balkanlar ile İlgili Hikâyeler:
- Bomba
- Beyaz Lale
- Nakarat
- Hürriyet Bayrakları
Çanakkale Savaşı ile İlgili Hikâyeler:
- Çanakkale’den Sonra
- Mefkûre
- Aleko Bir Çocuk
- Kaç Yerinden
Çocukluk ve Gençlik Hatıralarından Yola Çıkarak Yazdığı Hikâyeler:
- İlk Namaz
- Anda
- Kaşağı
- Falaka
Masal ve Fanteziler:
- Kurumuş Ağaçlar
- Herkesin İçtiği Su
- Üç Nasihat
Türkçülük Düşüncesini Telkin Etmek Üzere Yazmış Olduğu Hikâyeler:
- Primo Türk Çocuğu
- Ashab-ı Kehfimiz
Vefatından sonra Ali Canip Yöntem, onun hayatını ve mizacını anlatan, hikayelerini içeren Ömer Seyfettin ve Hayatı adlı bir kitap yazdı ve bu kitap 1935 yılında yayımlandı. Kısa bir süre sonra da bütün hikayeleri bir kitap serisi halinde basıldı. Halen daha yediden yetmişe hiçbir ideolojik amaç gütmeden okunan eserleri sayesinde yüzyıl sonra bile ölümsüz kalmayı başarabilen bir hikâyeci olmuştur.
KAYNAKÇA:
Hikâyenin Türkçe Sesi: Ömer Seyfettin, Hece Yayınları Özel Dosya, yıl:23 sayı:265 Ocak 2019