Wes Anderson, çocuk ruhlu yetişkinleriyle ve yetişkin ruhlu çocuklarıyla rengârenk, zamansız hikâyeleri oluşturarak Amerikan Bağımsız Sinemasının en nevi şahsına münhasır yönetmenlerinden olmayı başarmıştır. Yönetmenin filmleri deadpan komedinin örnekleri olarak gösterilir: Filmlerdeki karakterler ifadesiz bir yüze sahiptir, ancak bir o kadar da patavatsız ve gevezedirler.
Wes Anderson Kimdir?
Wesley Wales “Wes” Anderson, 1 Mayıs 1969’da Teksas’ta dünyaya geldi. Annesi Texas Anderson bir arkeolog, babası Melver Leonard Anderson ise bir reklam şirketi müdürüydü. Wes Anderson 8 yaşındayken ailesi boşandı. Bu olay Wes’i çok etkiledi ve filmlerinde aile teması çok büyük rol oynadı. Çocukluğundan beri sinemaya ilgi duyan Wes, ilk amatör çekimini babasının kamerasıyla yaptı.
St. John lisesinde okumaya başlayan Anderson, okulunda tiyatro oyunları sergilemeye başladı. Kariyerinin dönüm noktası olan Rushmore filmini de bu okuldan ilham alarak yazdı. Liseden mezun olduktan sonra Texas Üniversitesi’nde Felsefe okumaya başladı. Bu süreçte, birçok filminin senaryosunu birlikte yazacağı ve birçok filminde rol alacak olan Owen Wilson ile tanıştı. Bunun ardından Wilson kardeşlerin başrolünde olduğu Bottle Rocket adlı kısa bir film çekti. Yapımcıların dikkatini çekmeyi başaran Anderson, daha sonra 7 milyon dolarlık bir bütçe ile kısa filmin uzun metrajlı versiyonunu çekti. Film ilk başta pek dikkat çekmese de içinde Martin Scorsese’nin olduğu küçük bir hayran kitlesi kazandı. Hollywood’a ilk girişini ise 1998 yılında çektiği Rushmore ile yaptı. Senaryosunu yakın dostu olan Owen Wilson ile birlikte yazdı. Film, 16 ödül kazandı. Bu Anderson’un 6 Oscar dâhil olmak üzere 148 adaylık ve 66 ödül kazandığı sürecin başlangıcıydı.

Wes Anderson Sineması
Anderson filmlerini izlerken ilk gözümüze çarpan mizansen unsuru, simetrik kadrajlar olmuştur. Anderson’ın bir simetri hastası olarak her zaman titizlikle dikkat ettiği durumlardan biri, kadrajların ne kadar simetrik olduğudur. Obje her zaman tam ortadadır. Anderson’ın simetrik kareleri statik ve donuktur. Simetrik kadrajlarında fazla bir hareket gözükmemektedir. Aynı zamanda Anderson, yavaş çekim, zoom, kuşbakışı çekimi, tracaking shot (kaydırmalı çekim), pan ve tilt çekimleri gibi kamera hareketlerini sıklıkla kullanmaktadır.

Diğer dikkat ettiğimiz mizansen unsurlarından biri ise renk paletleri olmuştur. Genellikle pastel renkler yoğunlukta olup her filmde bu renkler farklılık göstermektedir. Filmlerinde kullanılan paletler filmdeki hikâyeden kopuk ya da karmaşa içinde değildir. Büyük bir düzen mevcuttur. Örneğin bir okyanus bilimcisini ve ekibini anlatan Suda Yaşam filminde genellikle mavi tonları hâkimken; The Darjeeling Limited filminde Hindistan’ın renkli atmosferine uyacak renk paletleri kullanılmıştır.

Anderson hikâyelerini genellikle çaresiz koşullardaki ve kederle hesaplaşma sırasında yalnız kalan insanlar üzerine odaklıyor. Elbette bunu yaparken ironiyi kullanıyor ve deadpan komedisine örnek olacak filmleri ortaya çıkarıyor. Deadpan komedisini kısaca açıklamak istersek, ifadesiz bir yüzle şakaların yapılması diyebiliriz. Steven Wright bu komedinin ustalarındandır. Anderson sinemasından örneklendirecek olursak, The Grand Budapest Hotel filminde yer alan Mösyö Gustave’in medeni ve asla sinirlenmeyen bir yapıya sahip olması diyebiliriz. Böyle bir adamın küfür ya da hakaret etmesi bizlere komik geliyor. Anderson’ın karakterlerinin ifadesiz, umursamaz yüze sahip olmaları ve bu dış görünüşe tam tersi olarak geveze, patavatsız, fevri olmaları filmlerde kendine özgü mizahı doğuruyor ve deadpan’a öncü filmler ortaya çıkıyor.

Küçükken anne ve babasının boşanmasından çokça etkilenen Anderson, filmlerinde aile temasına önem vermektedir. Ayrıca bu boşanmanın ardından erken büyümek zorunda kaldığı söylenir. Bu yüzden filmlerinde, yetişkin ruhlu çocuklar; çocuk ruhlu yetişkinler vardır. Tenenbaums ailesinin çocuk yaşta büyük başarılara imza atmış 3 çocuğu, Rushmora’da öğretmenine âşık olan Max, Moonrise Kingdom’da Sam ve Suzy; ne masumlardır ne cinsellikten haberleri vardır ne de ailelerine baş eğen saygılı evlatlardır. Çocuk olmanın tüm kurallarını yıkarlar. Tenenbaum ailesinin problemli babası, The Darjeeling Limited’in sürekli kavga eden kardeşleri, Suda Yaşam’ın intikamdan vazgeçmeyen kaptanı; bir türlü akıllanmayan ve çocukça hareketlerde bulanan yetişkinlerdir.

Anderson, hikâyeleri anlatmakla kalmayıp kostümünden mekânına kadar özenle işler. Filmde çalan her müziği bile özenle seçmektedir. Genellikle hep aynı isimlerle çalışır ve güçlü kadrolar oluşturur. Filmlerinde zamanı tam olarak belirtmez ve kendi dünyasını yaratır. Martin Scorsese, Anderson için “veliahdım” demektedir. Şu ana kadar 10 uzun metrajlı film çeken Anderson halen daha yeni dünyalar, kendine has hikâyeler anlatmaktadır. Bizler de onun yarattığı dünyaları izlemek için sabırsızlıkla beklemekteyiz.