Nâzım Hikmet, 15 Ocak 1902 Selanik doğumlu Türk şair ve yazardır. Heybeliada Bahriye (Denizcilik) Mektebini bitiren şair, 1921 Kurtuluş Savaşı’nda Bolu’da öğretmen olarak görevlendirilmiştir. Burada tanıştığı bir hâkim vasıtasıyla eğitim için Moskova’ya gitmiş ve orada siyasal bilimler ve iktisat okumuştur. 1924’te Türkiye’ye geri dönen Nâzım, 1938-1950 yıllarını, orduyu isyana teşvik ettiği gerekçesiyle cezaevinde geçirmiştir. Serbest bırakıldıktan sonra sürekli takip ve askere alınma kararları çıktığı için Moskova’ya kaçmış ardından vatandaşlıktan çıkarılmıştır. 1963’te Moskova’da vefat eden Nâzım’ın, doğumunun 100. yıldönümü olan 2002 yılı, UNESCO tarafından “Nâzım Hikmet Yılı” ilan edilmiştir. Ölümünden 46 yıl sonra, 5 Ocak 2009’da Bakanlar Kurulu tarafından alınan kararla yeniden, çok sevdiği memleketinin vatandaşı olmuştur.
Nâzım Hikmet’in Edebi Yönü
Şair Nâzım, Çağdaş Türk şiirinin en önemli isimlerinden olmakla beraber toplumcu gerçekçi sanat anlayışının öncüsü ve en önemli temsilcisidir. Moskova’daki yıllarında fütürizmin ve bu akımın önemli isimlerinden Mayakovski’nin etkisiyle hece veznini bırakıp serbest şiire yönelmiştir. Toplumcu gerçekçiliği benimsemesinin sonucu olarak Nâzım, şiirde özü biçimsel kalıplardan kurtarmaya önem göstermiştir. Hem kendi kuşağını hem 1960 sonrası şairlerimizi derinden etkilemiştir. Şiirleri elliden fazla dile çevrilen ve birçok ödül alan şair, dünyada 20. yüzyılın en gözde isimleri arasında gösterilmektedir.
“Yaşamaya Dair” Şiiri Hakkında
Sizin için incelediğimiz “Yaşamaya Dair” adlı şiiri üç kısımdan oluşmaktadır. Bursa Cezaevinde hüküm giydiği 1947-1948 yılları arasında yazılmıştır. Bu bilgi şiirde işlenen yaşama sevincinin etkisini arttırmaktadır. “Yaşamaya Dair” şiiri Genco Erkal tarafından Nâzım Hikmet şiirlerinden kurgulanan bir tiyatro oyununun içinde yer almakta ve oyuna adını vermektedir. Nâzım bu şiirinde bize, haksızlıklar ve ayrılıklar dolu yaşam öyküsüne rağmen yaşamın anlamıyla, umutla seslenir.

“Yaşamaya Dair” Şiir Tahlili
Yaşamak şakaya gelmez,
büyük bir ciddiyetle yaşayacaksın
bir sincap gibi meselâ,
yani, yaşamanın dışında ve ötesinde hiçbir şey beklemeden,
yani, bütün işin gücün yaşamak olacak.
Nâzım Hikmet, henüz şiire girerken yaşamanın büyük bir adanmışlık gerektirdiğinin altını çizmiştir. Şiirin devamında da göreceğimiz üzere şair, yaşamanın tutkusunun insanın bütün benliğini bir sarmaşık gibi sardığını ve ruhunu yeşillendirdiğini anlatır.
Yaşamayı ciddiye alacaksın, yani, o derecede, öylesine ki,
meselâ, kolların bağlı arkadan, sırtın duvarda,
yahut kocaman gözlüklerin,
beyaz gömleğinle bir laboratuvarda
insanlar için ölebileceksin,
hem de yüzünü bile görmediğin insanlar için,
hem de hiç kimse seni buna zorlamamışken,
hem de en güzel, en gerçek şeyin
yaşamak olduğunu bildiğin halde.
Nâzım’a göre gerektiğinde bir öteki için hiçbir mecburiyetin yokken, üstelik çok sevdiğin yaşamaktan vazgeçmek pahasına ölebilmeyi göze alacak kadar ciddiye alınmalı yaşam.
Yani, öylesine ciddiye alacaksın ki yaşamayı,
yetmişinde bile, meselâ, zeytin dikeceksin,
hem de öyle çocuklara falan kalır diye değil,
ölmekten korktuğun halde ölüme inanmadığın için,
yaşamak yanı ağır bastığından.
İnsan kendinden sonrakiler için değil, yaşama kök salmak için zeytin ağacı dikmeli. Belki de yaşamanın bütün getirdiklerine zeytin dalı uzatmalı, sahici bir kabul için. Şair, yaşam-ölüm kantarında ölüm gerçeğine rağmen yaşam kısmının hakkını vermek için bir ömrün anlamlı kılınması gerektiğine inanmıştır.
Diyelim ki, ağır ameliyatlık hastayız,
yani, beyaz masadan,
bir daha kalkmamak ihtimali de var.
Duymamak mümkün değilse de biraz erken gitmenin kederini
biz yine de güleceğiz anlatılan Bektaşi fıkrasına,
hava yağmurlu mu, diye bakacağız pencereden,
yahut da sabırsızlıkla bekleyeceğiz en son ajans haberlerini
Bu bent, şiirin ikinci kısmının ilk bentidir. Şair burada, olağan bütün olumsuzluklara rağmen gülmeyi ve yaşamın tam içinde kalmayı seçtiğini anlatmıştır.
Diyelim ki, dövüşülmeye değer bir şeyler için,
diyelim ki, cephedeyiz.
Daha orda ilk hücumda, daha o gün
yüzükoyun kapaklanıp ölmek de mümkün.
Tuhaf bir hınçla bileceğiz bunu,
fakat yine de çıldırasıya merak edeceğiz
belki yıllarca sürecek olan savaşın sonunu.
Nâzım’ın kendi hikayesinden de gördüğümüz gibi o, hayatından vazgeçecek kadar değer verdiği her mücadeleyi sonuna kadar sürdürmüş ve en umutsuz zamanlarında bile çabalamaya devam etmiştir. Yani mücadelesinin daha ilk adımda biteceğini bilse bile sonunu merak etmekten hiç vazgeçmemiştir.
Diyelim ki, hapisteyiz,
yaşımız da elliye yakın,
daha da on sekiz sene olsun açılmasına demir kapının.
Yine de dışarıyla birlikte yaşayacağız,
insanları, hayvanları, kavgası ve rüzgârıyla
yani, duvarın ardındaki dışarıyla.
Yani, nasıl ve nerede olursak olalım
hiç ölünmeyecekmiş gibi yaşanacak…
Şiirin bu bentinde şair, insanın şu andan az sonrasını göremeyecek olduğunu bilse bile çocuksu bir merakla yarını gözleyeceğini ve mücadeleye devam edeceğini vurgulamıştır. Çünkü Nâzım en çıkmaz görünen durumlarda bile “güneşli günlerin” umuduyla yaşamı anlamlı kılmaya gayret etmiştir. Ona göre yarınlar her zaman beklenmeye değerdir. Faydasıyla geleceği için değil umutlu bir ihtimali doğurduğu için…
Bu dünya soğuyacak,
yıldızların arasında bir yıldız,
hem de en ufacıklarından,
mavi kadifede bir yaldız zerresi yani,
yani bu koskocaman dünyamız.
Bu dünya soğuyacak günün birinde,
hattâ bir buz yığını
yahut ölü bir bulut gibi de değil,
boş bir ceviz gibi yuvarlanacak
zifiri karanlıkta uçsuz bucaksız.
Şair, ömrün de dünyanın da sonsuz olmadığının bir gün elbet biteceğinin farkında. Tek evimiz olan dünyanın bile soğuyup yok olacağının bilincinde, gerçekçi bir yerden yaşamın anlamına inanıyor.
Şimdiden çekilecek acısı bunun,
duyulacak mahzunluğu şimdiden.
Böylesine sevilecek bu dünya
“Yaşadım” diyebilmen için…
Nâzım Hikmet şiirinde işlediği yaşama sevinci temasını, olumsuzlukları yok sayıp her şeyin hep güzel olacağını savunan bir bakış açısıyla anlatmamıştır aksine bizi, bir ömrü hüzünleri, yenilgileri, bütün talihsizlikleri ve ölümü bilerek bunlara rağmen gülmeye, sevmeye, gerekirse acı çekmeye, yani yaşamayı bütün dehlizleriyle deneyimlemeye çağırmıştır. “Yaşadım” diyebilmemiz için…