Yedinci Mühür: Anlamın Ölümden Geçtiği Bir Yol

Editör:
Ayçe Cansu Yaşar
spot_img

“rahmin mezarından mezarın rahmine tam bir daire çizeriz”

Joseph Campbell

Yeniden keşif kapsamında inceleyeceğimiz, İsveç yönetmen Ingmar Bergman’ın başyapıtı olarak kabul edilen Yedinci Mühür; 1957 yılında izleyici ile buluşmuştur. Modern sinemanın akışını irdelediği konular doğrultusunda değiştiren Bergman, Yedinci Mühür’de insan varoluşunun doğası ve sancısını inceler. Ölüm teması film boyunca sunilik ve fanilik bağlamında ele alınır ve hayatın geçiciliği vurgulanır. Tanrı ve inanç olgusu ise karşımıza bir hakikat arayışı olarak çıkar: “Karanlıkta ona ağlayarak yalvardım, fakat görünüşe göre orada kimse yok.”

Metafor Olarak Satranç: Bahse Girerim Beni Yenemezsin

Yaşam, hayattaki yolculuğumuzdur ve biliyoruz ki her olay, kahramanın yolda olması ile ilgilidir. Bu kez yolculuğun öznesi Haçlı Seferleri’nde savaşıp ölümün eteğinden sıyrılmayı başarmış ve artık mutlak amacı eve dönmek olan şövalye Antonius Block’tur. 

Film, perdesini kasvetli ve gotik bir manzara ile açar; gökten bir kartal süzülürken sonsuz deniz, bulutların kızgınlığı ile boyanmıştır. Antonius Block yüzünü yıkar ve ölüm, alegorik bedeniyle bir anda kahramanımızın önünde belirir. 

-Kimsin sen?

-Ben ölümüm. 

-Benim için mi geldin? 

-Uzun zamandır yanındaydım.

Antonius o anda mıh gibi hatırlar; bilir ki ölüm, faninin elini bir gün dahi bırakmaz. Fakat Block’un henüz ölmeye niyeti yoktur. Ölüm’e şah mat vermenin hayatını kurtarıp kurtaramayacağını öğrenmek için ona satranç oynamayı teklif eder. Ölüm ile oyun oynamak, yaşamının sonunun geldiğinin farkındalığıdır lakin Block’un yolculuğu devam etmelidir çünkü hakikat ulaşılmak için Block’u bekler. Bahse girilir, Ölüm satrancı iyi oynadığını söyler. Şövalyemiz ekler: “Benden iyi olamazsın.”

Anlaşmalarına göre oyunları zarfınca Antonius yaşayacak, kaybederse Ölüm onu alacak, yenmeyi başarırsa Ölüm onun peşini bırakacaktır. Bu beyhude çabadan bize kalan oyunun sonunda Ölüm’ün bir hayat, şövalyemizin ise yalnızca kısa bir süre kazanacağı öngörüsüdür. Peki şövalyenin kazandığı bu süre, hakikate ulaşması için yetecek midir?

Ölüme Yedi Kala: Anlam ve Amaç Arayışı

Antonius Block, sadık yaveri Jöns ile arayışına devam eder. Haçlı Seferleri’nde ölümle burun buruna geçirdikleri yıllar yetmiyormuş gibi bir de ülkede veba patlak vermiştir. Yolculukları süresince acı çeken, zulüm gören hastalıktan kırılan insanlarla karşılaşırlar. Bunun yanı sıra din adamları ve kilisenin dayatımları, cezalar, asılmalar ve cadı avları tüm kaotikliği ile izleyiciyi Orta Çağ’ın karanlığına sürükler. 

Antonius Block, tanrının isteği doğrultusunda savaştığı ve aldığı onca canla, öldürülebilme korkusu ve ölümle yıllarca yaşamış bir şövalyedir. Ölmeden önceki bu ufacık zamanında gerçek bilginin peşine düşer ve varoluşunu sorgular. Orta Çağ insanının aksine dünyanın yaratılış ve işlenişini açıklayan o suni sisteme körü körüne inanmayı reddeder ancak ölümden sonrasının varlığını ispatlamak, buna dair bir işaret bulmak için arar, arar ve arar. Bu muğlak mücadelesini gerek kiliseye giderek gerek şeytan ile işbirliği yaptığı söylenen ve yakılacak olan genç kızla konuşarak sürdürür. Ne yazık ki bulunması imkansız olan mutlak şüpheye cevap araması boşunadır. Çünkü bu şüphe Antonius Block’a sonsuz bir anlamsızlık ve arayış döngüsünden başka bir şey vermez.

Kayıp Tanrının İzinde: Antonius, Jöns ve Jof  

Cebinde cevaplanmamış onlarca soru ile Antonious, Veba salgının hummalı yolunda sorgusunu sürdürür. Yanında silahtarı Jöns, peşlerinde Ölüm varken, yolu aktör Jof ve ailesi ile kesişir. Bu karşılaşma filme teolojik bakımdan çeşitlilik kazandırır çünkü artık elimizde bu karanlık dönemi deneyimleyen üç farklı kişinin bakış açısı bulunur: Teist Jof, ateist yaver Jöns ve her şeyin ortasında kalmış agnostik şövalye Antonius Block.  

Jof, küçük mutlu ailesi ile sanatını icra eden bir aktördür ve Tanrı’ya olan inancıyla rahattır. Gördüğü ilahi vizyonlarla da Tanrı’nın kesinliğini kendince doğrular. Arayıp bulması gereken bir hakikati yoktur çünkü her şeyin koruyucusu olan Tanrı, ona bir şekilde yine yardım edecek olandır. Bu nedenle filmde Jof’u “fool” arketipi ile örtüştürmek mümkündür: hayatı neşe ve iyimserlikle özümseyen lakin gerçekliğin kıyısından bile geçmeyen.  

Şövalyenin yaveri Jöns, Tanrı ya da ölümden sonra yaşam olmadığı iddiasına güvenen, inancına sadık bir ateisttir. Yaşamı ciddiye alarak kararlı bir eylemmiş gibi yaklaşır çünkü kendi durumunu iyileştirmenin insanlığın elinde olduğuna inanır. 

Agnostik figür olan Şövalye ise, bu iki sivri ucun ortasında bir yerde asılı kalmıştır. Film boyunca gerçekliğin ötesinde bir anlam bulabilmek için umutsuzca Tanrı’dan bir işaret ister ancak kesin bir cevap bulamaz. Bu da onun hayattan daha fazlasına alabileceğini fakat ya hakikate ulaşamadan ölürsem korkusuyla yaşamasına neden olur. Bu bağlamda Şövalye karakterinin genel hatlarıyla bir dilemmayı temsil ettiğini söylemek mümkündür.  

Mağara Alegorisi: Zamansız Bir Sıkıntı

Platon’un mağara alegorisi, sembolizm üzerine kurulmuştur. Mağara toplumu, bağlı/tutsak insanlar toplumdaki sıradan kesimi, zincirler toplumun bize dayattığı kuralları temsil eder. Hakikatin gölgesine bakmaya mahkum olan insan, yanılsamalardan oluşan suni bir gerçeklik görmekten başkasını yapmaz. Mağaranın dışı ideaları ve özgürlüğü sembol ederken güneş, en yüksek ve en iyi yani hakikattir. Fakat hakikat, insanı kör edebilir. 

Bergman’ın Yedinci Mühür’de yarattığı hikaye, Platon’un mağara alegorisi kavramıyla ele alınabilir. Silahtar Jöns, mağara duvarındaki gölgelere bakan kişidir; yaşadığı ve duyularıyla deneyimlediği dünyanın parçası olmayan her şeye inanmayı reddeder. Jof, mağarayı terk etmiş olmasına rağmen içinde yaşadığı dünyanın ötesinde ne olduğunu anlayabilmekte ve gördüğü Tanrı vizyonları sayesinde ona inanmaktadır. Şövalye ise yine ortada bir yerde, mağaranın ötesinde bir şey olduğundan şüphelenerek çaresizce bir açıklama arar. Bu arayışla sonsuz bir ışık hüzmesi tarafından kör edilmiş olabilir ve bu, onu mutlak Tanrı hakkında bilgi edinemez hale getirir. 

Bu durumda söyleyebiliriz ki hem Platon hem de Bergman, bilincimizin ötesinde yatan şeyi anlama açısından benzer bir çabaya sahiptir. Platon, insanlığın duyuları aracılığıyla gerçek olarak deneyimledikleri şeyle yetinebildiklerini söyler. Fakat dayatılan gerçekliğin ötesini keşfetmek de mümkündür. Bu zor ve çoğu zaman meşakkatli olan süreç, kişi gerçeğin bilgisine bir kez eriştiğinde, rahat cehaletine asla geri dönemeyeceğinden tercih edilebilecek en sancılı yöntemdir.  

Bergman ise, bu mücadeleyi ilahi bir gizlilik veya Tanrı’nın sessizliği teması üzerinden tasvir eder. Görünüşte hiçbir ilahi müdahale olmaksızın meydana gelen bu kadar çok vahşet varken, Tanrı’nın varlığına olan inancı sürdürmek çok zor olabilir. Bu, etrafındaki acılar karşısında dehşete düşen ve beyhude bir şekilde Tanrı’yı ve onun işaretlerini arayan şövalyenin yaşadığı mücadeledir. Sorduğu ağız dolusu sorunun karşılığında aldığı sessizlik onu korkutur ve onu bu kez kazanamayacağı bir savaşa iter.

Sonuç: Sessizlik ve Kapanış. Sen Kimsin?

Yedinci Mühür genel bağlamda hayatta anlam arayışı, iyi ve kötü arasındaki mücadele ve Tanrı’nın varlığı gibi derin felsefi temaları inceler. İzleyici bunun yanı sıra Bergman’ın çarpıcı imgeleri ve kullandığı tematik sembolizmi ile son derece stilize olan görsel dil kullanımına 96 dakika boyunca tanıklık eder. Ayrıca birçok farklı bakış açısı ve teknikle incelenebilen bu sembollerle dolu şölen, sizi aslında kendinizi sorgulamaya iter. 

Sanatın Tanrı’ya olan inanç ve ölüm korkusu ikiliğinde gezindiği bu şaheserde siz; Ölüm’den kaçarken şövalye Block ile cevaplar arayacak, Jöns ile şüphe duyacak Jof ile gerçekliğe gözlerinizi yumacaksınız. Orta Çağ’da ne derler bilirsiniz: “memento mori”. Filmin sonunda siz de fani olduğunuzu yeniden hatırlayacak, Ölüm’ün elinden tutarak hayat dansınıza devam edeceksiniz. 

 

 

spot_img
Selcan Şentürk
Selcan Şentürk
life is not what one lived, but what one remembers and how one remembers it in order to recount it.

3 YORUM

  1. Tebrikler, pek keyifli ve aydınlatıcı bir metin. Kurulan bağlamlar, bakış açısı enfesti. Çok güçlü bir yazı dili. Filme karşı önemli bir bakış açısı kazandım. Şimdi tekrar izleyeceğim. Sevgiyle

Yorum Yap

Yorum girişi yapınız.
Adınızı girin

Star Wars Sith’in İntikamı: Bir Trajedinin Epik Kapanışı

Skywalker'ın öyküsü, galaktik düzenin çöküşünü, dostlukların sonunu ve aşkın trajedisini bir kez daha gözler önüne seriyor.

Macbeth Sendromu: Hırsla Yoğrulan Bir Kimliğin Çöküşü

Macbeth Sendromu, bireyin hırs uğruna kimliğini ve vicdanını yitirerek psikolojik çöküşe sürüklenmesini anlatan patolojik bir durumdur.

You’ya Veda: Önceki Sezonda Neler Oldu?

You, beşinci sezonuyla son kez ekranlara gelirken, önceki sezonlarda neler oldu hatırlayalım.

Altı Çizilenlerde Bu Ay: Ahmed Arif | Hasretinden Prangalar Eskittim

Söylenti Edebiyat editörleri, Altı Çizilenler serisinde bu ay, doğum gününde, şiirin aykırı sesi, toplumcu gerçekçiliğin öncülerinden, Türk edebiyatının benzersiz şairi Ahmed Arif'e yer veriyor!

Orta Çağ Avrupası’nda Evlilik, Boşanma ve Eğlence Kültürü

"Ben senin için yaşamayı göze aldım" diyenleriniz varsa, itinayla "Sıkıysa Orta Çağ'da yaşasana" diyebilirsiniz çünkü bu çağda yaşamak sanıldığından çok daha zor.

HBO Max’te İzleyebileceğiniz Yapımlar

İşte HBO Max'te izleyebileceğiniz yapımlar.

Exulansis: Anlaşılamamanın Getirdiği Vazgeçiş

Exulansis, kişinin anlaşılamayacağını düşünerek kendini anlatmaktan vazgeçişini konu alır.

Şahane Hatalar : Kendi Maceranı Kendin Yarat

Sadece hataların sonuçlarına odaklanmak yerine, bu hataların insanları nasıl şekillendirdiğini ve nasıl birer öğrenme fırsatı sunduğunu ele alan sıra dışı kitap: Şahane Hatalar.

Yahya Kemal Şiirlerinde Yedi Farklı Tema

"İnsan âlemde hayal ettiği müddetçe yaşar." Türk edebiyatına hayalinden kelimeler armağan ve miras bırakan Yahya Kemal Beyatlı.

Kayıp Seslerden Yazının Öznelerine: Virginia Woolf’un Eserlerinde “Kadın” Teması

Woolf’un dilinde "kadın", tarihin dışına itilmiş bir sesin geri çağrılması, unutulmuş bir hakikatin dile gelmesidir.