Ahmet Hamdi Tanpınar’ın yeni Türk edebiyatının programı olarak gördüğü, Yahya Kemal’in kaleme aldığı ‘Üç Tepe’ adlı makale 1921 yılında Dergah’ta yayımlanmıştır. Makale Türk edebiyatının üç ana devrini üç tepe etrafında sembolleştirir ve değerlendirir. Bu tepelerden ilki Çamlıca’dır. Çamlıca; Namık Kemal, Hamid, Ekrem ve Sezai gibi Tanzimatçıların elli yıl önce dünyaya baktıkları tepedir. Onların eserlerinde Çamlıca havası eser ve onların üslupları da bu semtteki vezir konakları gibi ağır, harap ve şairanedir. Örneğin; Tanzimat Edebiyatı’nın öncü isimlerinden Namık Kemal, İntibah romanına geniş bir bahar ve Çamlıca tasviri ile başlar. Recaizade Mahmut Ekrem’in Araba Sevdası romanının meşhur kahramanı Bihruz Bey zamanının çoğunu Çamlıca’da geçirir.
İkinci tepe olan Tepebaşı; gayrimüslim nüfusun çoğunlukta olduğu Beyoğlu ilçesi sınırlarındadır. Tepebaşı’nın Servet-i Fünuncular’ın aleme baktıkları tepe olduğunu söyleyen Yahya Kemal, Çamlıca’dan Tepebaşı’na geçişin bazıları tarafından bir gerileyiş, bir çözülüş gibi görünse de ”bizi bir müddet tatlısu frengine benzeten o edebiyat mukadderdi.” der. Mai ve Siyah romanının kahramanı Ahmed Cemil’in Tepebaşı’ndaki meşhur gecesinden sonra bütün güçleriyle medeniyete atılan bu neslin sonu Yahya Kemal’e göre Tevfik Fikret’in oğlu Haluk’ta tecessüm etmiştir. Servet-i Fünun’un son evresini bu çocuk temsil eder. O halde aleme artık başka bir tepeden bakmak gerektiğini söyleyen Yahya Kemal, Metristepe’den bütün vatan ufkuna ve kendi ruhumuza bakacağımızı müjdeler. Metristepe ile artık edebiyatın yönünün değiştiği vurgulanmaktadır. Artık edebiyatımız ne Çamlıca’daki kadar romantik ne de Tepebaşı’ndaki kadar Batılı olacaktır.
Metristepe İnönü Savaşı’nın yaşandığı tepedir. Türk askeri İsmet İnönü’nün komutasında bu tepede zaferini ilan eder. Yakup Kadri bir yazısında Metris Tepe’den vaziyete bakan İnönü’nün gördüklerini Mustafa Kemal’e aktardığını ve Mustafa Kemal’in de “Üstünde durduğunuz tepenin size binlerce düşman ölüleriyle dolu bir meydanı şerefle seyrettirdiği kadar milletimiz ve kendiniz için şaşaa-i itila ile dolu bir ufku istikbale de nazır ve hakim olduğunu söylemek isterim. Evet, bu tepe yalnız manevi genişliği büyük Türk alemini kucaklayan o meydana değil, hayalimizin kavrayamayacağı kadar engin bir ufka hakim ve nazırdır” şeklinde cevap verdiğini yazmıştır. Yakup Kadri’nin Metristepe’yi bundan sonraki edebiyatın mihrakı olarak nitelediğini söyleyen Yahya Kemal kendisinin de ”mektepten memlekete” şeklinde özetlediği anlayışına edebiyat çerçevesinde bir öncü olur. Makaleyle beraber kendi gidecekleri yolu gösteren aralarında Ahmet Hamdi Tanpınar, Halide Edip, Mehmet Fuat Köprülü, Yakup Kadri, Falih Rıfkı’nın olduğu bu topluluk İstiklal Savaşı’nın da oluşturduğu yeni heyecanla yeni edebiyatın memleketçi bir nitelik kazanacağını belirtirler. Yahya Kemal’in ”Memleketten Bahseden Edebiyat” başlıklı yazısında ortaya koyduğu tavır da bu düşünceyi destekler: Gazete sahibi bir tanıdığının bizim gazetemizi niçin okumuyorsun sorusuna Yahya Kemal; ”Sizin gazeteyi bir kez okudum. İlk yazıdan haberlere ve sinema sahifelerine kadar hep Amerika’dan ve Avrupa’dan bahsediyordu. Türkiye’ye dair bir şey görmedim, o zamandan beri okumuyorum.” şeklinde cevap verip şu soruyu sorar: ”Acaba bizim vatanımız gibi, geniş bir memleketi olup da onu asla görmeyen, edebiyatta gözleri ecnebi bir aleme dalmış ve yalnız o alemden bahseden başka bir millet var mıdır?” Bu konuşma vesilesi ile diyebiliriz ki hem Yahya Kemal’in hem de adı geçen diğer sanatçıların üzerinde durduğu asıl şeyin milli bir kimlik ve benlik olduğu açıktır. Onların amacı kendi milli değerlerimizi yeniden ortaya çıkarmak, kültürümüzü korumak ve bunun neticesiyle sanatta ve edebiyatta yenilenmeyi sağlamaktı.