Tarihin derinliklerine doğru bir yolculuğa çıkmaya hazır mısınız? “Yüzyıllık Keşif” serimizde, geçmişin gizemli olaylarını, unutulmaz kahramanlarını ve çığır açan dönüm noktalarını mercek altına alıyoruz.
MS 2. yüzyıl; Roma İmparatorluğu‘nun sınırlarını genişletip merkezileştiği, Erken Hristiyanlık döneminde çeşitli Gnostik mezheplerin ortaya çıktığı, vebaların patlak verdiği, insan anatomisinin temellerinin keşfedildiği ve aynı zamanda ikonik mimarî başyapıtların meydana getirildiği bir dönemdir.
Roma İmparatorluğunda “Beş İyi İmparator” Dönemi (96-180)

Beş İyi İmparator terimi ilk kez modern siyaset biliminin kurucusu olarak bilinen Machiavelli tarafından 1531 yılında Titus Livius’un İlk On Kitabı Üzerine Söylevler başlıklı eserinde kullanılmıştır ve İngiliz tarihçi Edward Gibbon‘ın 1776’da yayımladığı Roma İmparatorluğu’nun Gerileyiş ve Çöküş Tarihi adlı eseri vasıtasıyla da tarih literatüründe yerini almıştır.
Nerva (hüküm yılları: MS 96-98), Trajan (hüküm yılları: 98-117), Hadrian (hüküm yılları: 117-138), Antoninus Pius (hüküm yılları: 138-161) ve Marcus Aurelius (hüküm yılları: 161-180) saltanatlarını kapsayan Beş İyi İmparator döneminde Roma toprakları oldukça genişlemiştir. Öyle ki, bu dönemde Britanya’nın yarısı, Roma Daçyası olarak bilinen günümüz Romanyasında bulunan topraklar, Levant, Mezopotamya ve Arap Yarımadasının bir kısmı; görkemli Roma Kartalı’nın gölgesi altındaydı. İmparatorluk daha güçlü bir hâle geldi, savunma mekanizmaları kusursuzlaştırıldı ve tüm topraklar eyalet sistemi çatısı altında birleştirildi.

“Roma İmparatorluğunun uçsuz bucaksız toprakları, erdem ve bilgeliğin rehberliği altında mutlak bir güç tarafından yönetilmekteydi.”
-Edward Gibbon, 102
Beş İyi İmparator dönemi; ülke genelindeki iç huzur ve iyi yönetim ile öne çıksa da, yaşanılan bu değişimler Roma’nın net bir şekilde merkezileşmesine ve merkezileşmesiyle beraber gelen olumsuzlukların yaşanmasına sebep oldu. Bizzat imparatorun seçip soylulaştırdığı niteliksiz kişilerden oluşan Senato’nun, yasama ve yürütmedeki rolü artık sembolikti. Ayrıca bu olumsuzluklar etkili hükümdarların saltanatında hissedilmese de, genel anlamda Roma’da bir zayıflama ve buna bağlı olarak devlet idaresinde bir baskı vardı.

Ufuktaki gerileme belirtileri arasında imparatorluğun ana bölgelerindeki nüfus yoğunluğunun azalması, mali sorunların giderek artması ve eyaletlerdeki yerel yönetimlerin niteliksizleşmesi gibi unsurlar yer almaktaydı. Pax Romana‘nın son hükümdarı Marcus Aurelius’un son yıllarında gerçekleşen, Tuna Nehri etrafındaki ve doğudaki savaşların sebebi; imparatorluğun dışında yaşanan kitlesel nüfus hareketinden kaynaklanmaktaydı. Bu olay ilerde Kavimler Göçü‘nü doğuracak ve imparatorluğun çökmesine yol açacaktı. Roma İmparatorluğu‘nun sonunu hazırlamış olması sebebiyle Kavimler Göçü, Avrupa tarih yazımında “Barbar İstilaları” olarak da geçmektedir.
Stoacı İmparator Marcus Aurelius’un 180 yılındaki ölümünden hemen sonra, imparatorluk hızla iç savaşa sürüklendi. Bu kaotik dönem ve iç savaş, İmparator Commodus‘un suikastına ve Septimius Severus’un zaferine kadar sürdü.

Pek çok tarihî Avrupalı entelektüel, Roma’nın bu dönemine hayranlık duymaktaydı. Hatta Edward Gibbon, işi daha da abartarak kitabında bu dönem hakkında şunları söylemişti: “Eğer birisinden dünya tarihinde insanlığın en mutlu ve müreffeh olduğu dönemi belirtmesi istenilseydi, Domitian’ın [Nerva’dan önceki hükümdar] ölümü ve Commodus’un tahta çıkışı arasında yer alan o dönemi söylerdi.” (102)
Celsus Kütüphanesi’nin İnşaatı (117)

Antik Yunan topraklarının önemli bir liman kenti olan ve günümüzde İzmir’in Selçuk kasabasında bulunan Efes; aynı zamanda Anadolu’nun avcı tanrıçası Artemis ile de özdeşleşmekteydi. Hatta bu kentte bulunan Artemis Tapınağı öylesine görkemliydi ki, Antik Yunan tarihçi Herodotos tarafından “Dünyanın Yedi Harikası“ndan biri olarak adlandırıldı. Hem Artemis Tapınağı’nın o dönemde gezginler için bir hac merkezi olması hem de Roma İmparatorluğu’nun Efes’i, yeni Asya eyaleti merkezi yapması, bu bölgeye olan göçü ve ilgiyi arttırdı.

Ayrıca Efes, Erken Hristiyanlık dönemi için de oldukça önemliydi zira MS 1. yüzyılda Misyoner Pavlus şehrin tiyatrosunda halka seslenmiş ve Yuhanna ise büyük ihtimalle son yıllarını burada geçirmişti. Bir sonraki yüzyılda, MS 117’de Tiberius Julius Aquila Polemaeanus, babasını onurlandırmak adına bir kütüphane yaptıracaktı. Günümüzde Celsus Kütüphanesi olarak bilinen bu yapı ve antik Efes yerleşkesi; Anadolu, Yunan ve Roma kültürlerini birbirine bağlaması açısından bence oldukça önemlidir.

Celsus Kütüphanesi’nin olduğu caddede mezarı olan kişi, halk nezdinde oldukça ihtişamlı sayılırdı (Mustafa B. Bozkurt). Oğlu da, Konsül ve Prokonsül olan babası Celsus’un adına Efes’teki bu caddeye büyük bir kütüphane inşa ettirdi ve babasının mezarını da buraya koydu. Bir zamanlar on iki bin küsür kitabı içinde barındırdığına inanılan bu yapı, klasik dönemin en cesametli kütüphaneleri arasında yer almaktadır. Fakat gelecek yüzyıllarda depremlerden hasar alması ve Gotların yakması sonucu büyük bir tahribata uğramıştır.
Hadrian Duvarı’nın İnşaatı (122)

MS 122’de Britanya’ya yaptığı ziyaretin ardından İmparator Hadrianus‘un emri üzerine inşa edilen Hadrian Duvarı, Doğu’da Tyne Nehri civarındaki Wallsend‘den Batı’daki Bowness-on-Solway yerleşkesine kadar uzanmakta ve Britanya’nın bir ucundan diğer ucuna gitmektedir.
Hadrian’ın ölümünden sonra bile (kendisinden sonra gelen Antoninus daha kuzeye bir sur örse de bu çok uzun ömürlü olmadı) Kuzey Britanya ile Güneydeki Roma Britanyası’nı ayırıp bir sınır işlevi görmeye devam eden Hadrian Duvarı’nın, 2. yüzyılın sonuna kadar inşa edildiği hâlini koruduğuna inanılıyor fakat 180 yılına gelindikten kısa bir süre sonra ”[Kuzeydeki] Boyların Roma kalelerine ulaşmalarını engelleyen Duvar’ı aşıp bir generali ve birliklerini öldürdüğü” büyük bir savaş patlak verdi. Akabinde gelişen çatışmanın ayrıntıları bilinmese de, bu savaş Duvar’da değişiklere yol açmıştır (English Heritage). Ayrıca Hadrian Duvarı, Amerikalı fantastik kurgu yazarı George R. R. Martin’in “Buz ve Ateşin Şarkısı” adlı eserinde yer alan ve Gece Nöbetçilerinin mesken tuttuğu Wall‘a da ilham kaynağı olmuştur. Ben de Hadrian Duvarı’nı İngiltere tarihinde gerçekleşen olayların benzerlerini bulabileceğimiz Buz ve Ateşin Şarkısı serisi vasıtasıyla öğrenmiştim.
Sinoplu bir Hristiyan “Heretik”i: Marcion ve Takipçileri

2. yüzyıl aynı zamanda Erken Hristiyanlık teolojisinde de farklı seslerin çıktığı zamanlardı. Bu seslerin en ikoniklerinden olan Sinoplu Marcion‘un ise 1. yüzyılın sonlarında, 2. yüzyılın başlarında doğduğuna inanılmaktadır. Görüşlerine dair birinci el kaynak yoktur fakat onun düşüncesine dair pek çok şeyi 2. yüzyılda doğmuş Tertullianus adındaki Ortodoks rahibinin Adversus Marcionem (Tür: Marcion’a Karşı) adlı çalışmasından öğrenmekteyiz.
Erken Hristiyanlığın Greko-Romen dünyasında ortaya çıkan çeşitli felsefi ve ideolojik hareketlere atıfta bulunmak için kullanılan Gnostik sıfatına sahip Sinoplu Marcion, akıl hocası Suriyeli Cerdo‘nun yolunu takip eden bir Hristiyan düşünürüydü. İsa‘nın fiziksel bir öze değil hayalî bir görüntüye sahip olduğunu söyleyen Cerdo, İsa’nın bir bakireden doğmadığını ve hatta onun doğumla hiçbir ilgisinin olmadığını dile getirir. Cerdo’ya göre bu yüzden de İsa aslında hiçbir acı çekmemiştir. (Durak, 4)

Marcion, Eski ve Yeni Ahit‘in aynı yaratıcıdan çıkmadığını söyleyerek Yahudilerin ve Eski Ahit’in Tanrısı’nın adaletin bir tezahürü olan “Yaratıcı Tanrı”, İsa’nın babası olan Tanrı’nın ise “Sevgi ve Teselli Tanrısı” olduğunu öne sürmüştür. Dahası Marcion, kötülüklerin kaynağının Eski Ahit’teki Yaratıcı Tanrı olduğunu ve onun savaştan keyif aldığını ifade etmekte, “Eski Ahit metinlerinde de görüldüğü gibi zaman zaman kendisiyle bile tenakuza düştüğünü” söylemektedir. (Durak, 7)
Bu görüşlerden ortaya çıkan Marcionizm‘e (Marcionculuk veya Merkünniye) göre evrende iki tanrı bulunmaktaydı. Bir tanesi, oldukça gaddar ve kibirli olan Yaratıcı Tanrı idi. Bu tanrı, insanlığın da bir parçası olduğu maddi dünyayı meydana getirmişti. Diğer tanrının ise yaratılan bu kâinatla temelde hiçbir alakası bulunmamaktaydı. Dahası, bu şefkatli tanrı safi iyilik güderek, âdemiyeti kurtarmak ve onlara yeni bir yuva bahşetmek için oğlu İsa’yı bu dünyaya yollamıştı.

100’lü yılların sonlarına doğru Ege’de, Akdeniz’de ve Mezopotamya gibi Doğu Roma bölgelerinde Macrion’un söylemlerini benimseyenlerin kilise toplulukları ortaya çıkmıştır (İslâm Ansiklopedisi). 144 yılında Marcion, aforoz edilmiş ve heretik ilan edilmiştir. Sonraki yüzyılda bu inanışa sahip kişiler, Roma’daki hâkim Hristiyanlık inanışında azınlık ve etkisiz kalmışlardır.
Galen ve Antoninus Vebası

Antik Yunan kenti ve günümüz İzmir sınırlarında yer alan Pergamon kentinde 129 yılında doğan Galen, 1500 yıl boyunca tüm tıbbi konulardaki nihai bilirkişi konumundaydı. Onun anatomik ve fizyolojik görüşlerini 17. yüzyıla kadar hiç kimse sorgulamadı. Galen aynı zamanda 165 yılında Akdeniz diyarında patlak veren bir vebaya da tanıklık etti. Hatta bu Pergamonlu doktor, aynı zamanda Antoninus Vebası olarak da bilinen bu salgın hastalığın semptomlarını teşhis edip seyrini anlattı. Bazı tarihçiler, Beş İyi İmparatorluk döneminin son hükümdarı Marcus Aurelius Antoninus’un saltanatı sırasında meydana gelen vebayı Roma’nın Batı’daki çöküşünün başlangıç noktası olarak görmektedir (John Horgan).
Kaynakça
Cartwright, Mark. “Library of Celsus.” World History Encyclopedia, https://www.worldhistory.org#organization, 22 Temmuz 2019.
Durak, Nihat. “Sinoplu bir gnostik: Marcion.” Abant İzzet Baysal Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi 1.2 (2013).
Gibbon, Edward. The History of the Decline and Fall of the Roman Empire. Grand Rapids, MI: Christian Classics Ethereal Library.
Lex Historiae – Mustafa B. Bozkurt, “EFES BELGESELİ: ‘Kaybolan Roma.‘” YouTube, 19 Temmuz 2024.
“Library of Celsus in Ephesus.” Turkish Archaeological News, 19 Şubat. 2024.
“History of Hadrian’s Wall.” English Heritage.
Horgan, John. “Antonine Plague.” World History Encyclopedia, 2 Mayıs 2019.
Pasipoularides, Ares. “Galen, father of systematic medicine. An essay on the evolution of modern medicine and cardiology.” International Journal of Cardiology, vol. 172, no. 1, Mar. 2014, pp. 47–58, https://doi.org/10.1016/j.ijcard.2013.12.166.